Birkaç hafta içinde rüzgâr değişti. Ortadoğu üzerinden kimsenin beklemediği bir limana yanaştık...
Bu durumda kaçınılmaz bir soru çıkıyor karşımıza...
Gelinen nokta, bölgede istikrar isteyen, aktif ve yumuşak güç yeni Türk politikalarına uygun mu yoksa bunun ötesinde bir duruma, çok kişinin iddia ettiği gibi ülkenin dış politikasıyla ilgili bir strateji değişikliğine mi işaret ediyor?
Hemen söyleyelim:
Bir strateji değişikliğinden söz etmek "gerçekleri tahrif etmek olur".
Biliniyor; bir süredir özgüveni yüksek, hem Batı'nın hem Doğu'nun hassasiyetlerinin farkında bir siyasi elit tarafından yönetilen, ekonomik ve siyasi açıdan gelişen, bölge istikrarını geleceği olarak gören ve bunu sağlamak için aktif ve cesur dış politik hamleler yapan, böyle oldukça güçlü görüntü veren bir Türkiye var ortada.
O zaman yukarıdaki soruyu şöyle yanıtlamak doğru olur:
Son gelişmeler iradi bir strateji değişikliğine işaret etmiyorlar, ancak, stratejik bir değişikliğe yol açacak gibi görünüyorlar.
Fransa'nın Liberation Gazetesi'nden Bernard Guetta'nın dünkü makalesindeki şu giriş cümlesi "değişim" zemininin ne olduğu ve nasıl algılandığını gösteriyor:
"Ortadoğu'nun tüm manzarası değişti. Bundan böyle Arapların kalpleri NATO üyesi, büyük bir ekonomik patlama yaşayan, AB üye adayı Türkiye için çapıyor ve çarpacak..."
Türkiye Ortadoğu denkleminin içinde...
Dünyanın en zor, en çatışmalı bölgelerinden birisinden söz ediyoruz. Bölgenin temel sorunu hiç çözülmeyecekmiş gibi duran, çatışmanın adeta doğal bir durum ve yaşam biçimi haline geldiği İsrail-Filistin sorunu...
Türkiye bu sorunun içine ilerlerken ortaya pek çok soru çıkıyor.
Türkiye İsrail'le ve İsrail'in pek alışık olduğu savaş öncesi bu hali ve dili nasıl sürdürecek? ABD'yle ilişkileri nasıl evrilecek? Yahudi lobisinin Obama ve ABD üzerinde etkisini nasıl bertaraf edecek? İzlediği "cesur ve aktif" İran politikasının yanına eklenecek bu rolü nasıl biçimlendirecek, hangi araçlarla sürdürebilecek?
Bunlar ciddi sorulardır, şüphe yok.
Tüm bu soruları kuşatan, yönetecek, yönlendirecek diğer önemli bir soru daha var...
O da Türkiye'nin Ortadoğu'ya nasıl baktığına ilişkin sorudur.
İsrail'e haklı olarak katil devlet demek, Hamas'ın terör örgütü olmadığını ifade etmek, İsrail'e karşı gücü yettiğince uluslararası kuruluş ve imkânları harekete geçirmek tek başlarına politik anlam ve derinlik oluşturmazlar.
Mevcut gerginlik, hükümetin kullandığı siyasi dil bir veri olarak alınacaksa, bu durumda açıktır ki, Türkiye çatışma sahasına çatışan taraflardan biri olarak girer. Bu yeni oyuncunun imkânları belki bir ölçüde dengeleri etkiler ama temel olarak değiştirmez. Ve bu durum yeni oyuncu, yani Türkiye için bir dizi reel çatışma başta olmak üzere risk taşımaya başlar...
Nitekim daha şimdiden İsrail Gazze ablukasını esnetmek ve Mavi Marmara müdahalesini örtbas etmeye çalışmak dışında, Türkiye'yle ilişkilerinde pek taviz vermediği gibi, dilini sertleştiriyor.
Konu uzmanlarının Washington'dan verdiği haberler pek ılımlı değil.
Özellikle malum lobi ve ABD basınının önemli gazeteleri Türkiye'yi karşı cephede tanımlama peşrevleri yapıyorlar...
Bu bir tür sarsıntıdır.
Türkiye'nin, siyasi iktidarın ve Erdoğan'ın Mavi Marmara konusunda aldığı kaçınılmaz tavır ne denli ahlaki ve doğruysa, bundan sonra izlenecek politika o denli akıl ve dikkat gerektirmektedir.
Bu tür politika ve stratejiler adım adım oluşur.
Bu nedenle ve bu noktada altı çizilmesi gereken bir husus var:
Türkiye Ortadoğu denkleminin içine doğru ilerleyecekse, izleyeceği politika bugüne kadar geliştirdiği istikrarı merkeze alan yumuşak güç imajına uygun olmalıdır.
Bu İsrail'in fütursuz davranışlarına uluslararası hukuk ve uluslararası siyaset imkânlarıyla sınır koymak kadar, karşı tarafı, yani Filistin'i temsil eden güçler üzerinde etkili olabilmektir. El Fetih ile Hamas arasındaki ilişkilerin kurulması, Hamas'ın "ebedi çatışma" politikalarının gözden geçirilmesi konusunda etkili olabilir Türkiye...
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın ve Dışişileri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun böyle bir güçleri var...
Kullanmaları gerekir...
Unutmamak gerekir, bu bıçak sırtı bir mesele, bir politikadır.
'Baykal'a kaset komplosunu hazırlayan da, Kılıçdaroğlu'nu başkanlık koltuğuna
oturtan da aynı güç. Peki Kılıçdaroğlu Ergenekon'a diyet mi ödedi?'
Aydın Doğan, AK Parti’nin derin merkezine 3 kere gitmiş! Bu ziyaretlerde bazı
yazar ve televizyoncuların kelleleri istenmiş. Yeniçağ’ın polemikçi yazarı
Sabahattin Önkibar, bugünkü köşesinde Aydın Doğan’ın pazarlık için Ankara’da AK
Parti kurmaylarına gizlice ziyaretlerde bulunduğunu şöyle yazdı...
Kategoriler
HaBerTaraf
HaBertaraf Yayın Hizmetleri
Sahibi ve Genel Müdürü Rıfat YÖRÜK
Genel Yayın Yönetmeni Mevlüt PEKER (Kurucu)