Okulların tatile girmesine az kaldı. Tatilciler, turizmciler yeni bir sezona girmenin hazırlık ve heyecanı içindeler. Atalarımız “Tebdili mekanda ferahlık vardır” demişler. Bazen disiplinli ortamda yaşayana hava değişimi eski deyimle “tebdili hava” verir doktorlar. Gelin bu yaz hem tatil hem de sıla-i rahim yapalım, ne dersiniz?
Bundan 25 yıl kadar önce bir kasabada yaşlı bir amca Osmanlıca bir sözlük getirdi. Başı ve sonu yırtık olmasına rağmen ciltledim. O sözlükte sıla-i rahim şöyle açıklanmış;
Sıla-rahim : Hısım akrabasını ziyaret için bir adamın bulunduğu diyarı gurbetten vatanına gitmesi .
Sıla-i rahmin İslam kültüründe ayrı bir yönü de vardır. Bunun ilgili birkaç hadisi şerif sunuyorum. Ahlak Hadisleri “Edebül Müfred İmam Buhari 1. cildden :
“Kim rızkının bol olmasını ve ömrünün uzamasını isterse, sılai rahim yapsın” (İmam Buhari Edebül Müfred sh 67, 68 – 56 ve 57 numaralı hadis nolu hadisler)
“Rabbinden korkanın ve Sıla-i rahim yapanın eceli geciktirilir, malı çoğaltılır ve ehli de onu sever.” (58 ve 59 nolu hadis),
Bir de sıla-i rahmi terk edenler için uyarıcı hadis-i şerifler;
“ İçlerinde sıla-i rahimi terk edenin bulunduğu bir topluluğa rahmet inmez” ( 63 nolu hadis)
“Sılai rahmi terk eden cennete giremez.” (64 nolu hadis)
“Sılai rahmi terk etme ile azgınlık günahını işleyenin –ahirette ona hazırlanan azapla beraber– dünyada Allah’ın acele olarak cezasını vermeğe bunlardan daha layık bir günah yoktur.” (67 nolu hadis) Son 50 yıl içerisinde iç ve dış göç nedeniyle doğup büyüdüğü toprakları, hısım akrabasını terk edip “ doğduğun yere değil, doyduğun yere bak “ diyerek gurbeti kendine yurt bellemiş, bu nedenle de akrabalarından ayrılmış insanımız bir hayli fazladır. Kimileri gittikleri yerde bir araya gelmişler hemşehri dernekleri kurarak dayanışma halinde bulunmuşlarsa da bu ortamda bulunamayıp yalnızlığı kader edinmiş olanlarımız da yok değildir.
Zaman zaman televizyon proğramlarında 40 yıl 50 yıl birbirini görememiş çok yakın akrabaların, hatta anne-baba ve evlatların vuslatına, gözyaşlarıyla şahit olmaktayız.
Bir insan ne kadar da güçlü olsa, garipliği yalnızlığı gurbetliği, önceki sevgi halesi ortamından uzak oluşu , yüreğinde derin bir uçurum peyda eder. Ozanlarımız, aşıklarımız bunu dile getirmişlerdir; “ Ölüm ile ayrılığı tarttılar, elli dirhem fazla geldi ayrılık” . “ Üç şeydir koç yiğidi eriden; bir ayrılık, bir yoksulluk bir ölüm” diye . “Evinde ölene ölüm dimezler. Ölüm Gurbet elde galana dirler. Erzurum, Halebi Şamı dolaşıp, Gelip Angara’da ölene dirler”
diye..
Kıvırcık Alinin kasedini dinlediğim gün Londra’da işe gitmeyip evimde doyasıya gözyaşı döktüğümü unutamam; “ Kendi köyümüzde ağır taş iken- Savrulduk yel olduk gurbet ellerde- Ele boyun eğmez dimdik baş iken- Namerde kul olduk gurbet ellerde, Şahin göz budaktan sakınmaz iken-O çelik bilekler bükülmez iken-Sılada bir damla dökülmez iken- Gözyaşı sel oldu gurbet ellerde, Gurbet sillesini saklar akşama- Bir vursa devrilir asırlık çama – Biz o çamlardan da güçlüydük amma – Sallanır dal olduk gurbet ellerde , Sarmış insanları varlık sevdası Merhem yok mu bunun şekli çaresi- Düşman dost görünür çıkar davası- Dostlara el olduk gurbet ellerde.” (Söz Behram Altunel )
Ya gurbet acısını sıla hasretini kendi söz ve sazından doyasıya dinlediğimiz Ozan Arif ;
Yine akşam oldu gurbetelde aah.. Ah, Bilseniz nereler aklıma düştü. Ellerin yurdunda çürüdüm eyvah, Ta Bizim oralar aklıma düştü.
Ben nerede doğdum, şimdi nerdeyim? Bir uzun hikâye, anlatsam beyim. Bizim ora derken; vatanım, köyüm, Doğduğum yöreler aklıma düştü.