Türkiye’nin bugünkü İran ve İsrail politikaları tümüyle, Erdoğan-Davutoğlu ikisine aittir. Kimseler rol çalmaya kalkmamalı. Ortada riskler de var, prestij de. Kazanan da, kaybeden de bu iki kişi olacaktır. Erdoğan, uluslararası ilişkilerde kolay kolay görülmeyen bir tutum sergiledi. İran’a söz verdi ve tüm baskılara rağmen, sözünü tuttu. BM Güvenlik Konseyindeki oyunu, Brezilya ile birlikte kolaylıkla çekimser’e dönüştürebilir ve bundan dolayı da alkış alırdı. Ancak yapmadı ve red oyu vermekte ısrar etti. Hesaplı bir risk aldığını söylemeliyim. Kimse, Türkiye’nin reddi ile Brezilya’nın red oyu ile karşılaştırmıyor. Brezilya bölgenin ülkesi değil. İstediği kadar reddetsin, bu tutumu fazla birşeyi değiştirmez. Türkiye'nin konumu bambaşkadır. Brezilya değil, ancak Türkiye, bir NATO ülkesidir ve AB’ye tam üyelik başvurusunda bulunmuştur. Batı kampının, bölgedeki en önemli müttefiğidir. İsrail ile Marmara kavgasından sonra, şimdi de BM oylaması, Batı dünyasında “Türkiye, batıya sırtını döndü İran’ı seçti” “Türkiye artık İslam bayrağını dalgalandırıyor” başlıklarının artmasına yol açacak. Çok kimse, Davutoğlu’nun Lübnan’ı oyunu değiştirme konusunda dahi ikna edememesine dikkat çekecek. Erdoğan, ülkeyi eksen değişikliğine zorlamakla suçlanacak. Altını oymak isteyenler de hemen harekete geçecekler. Başbakan bu riskleri biliyordu. Mutlaka bir hesabı var ki, İran’a yaklaşımını değiştirmedi.
Washington, olaya şimdilik anlayışlı yaklaşıyor Washington’un ilk tepkilerine bakılırsa, Obama yönetiminin Türkiye’ye biraz “ailenin yaramaz çocuğu” muamelesi yapmak istiyormuş gibi bir tutumu var. Ankara’nın İran ve İsrail konularındaki yaklaşımını anlayışla karşılayan, hemen sert tepki göstermeyen ve çocuğun aklının başına gelmesini sabırla beklemek isteyen bir aile büyüğüne benziyor. Başkan Obama ve Dışişleri Bakanı Clinton’un açıklamaları bu yaklaşımı açıkça gösteriyor. Peki Washington ne bekleyecek ? Erdoğan’ın kolay kolay değişmeyeceğini, sözünden dönmeyeceğini ve karşılığını görmeden tutumunu farklılaştırmayacağını herhalde biliyor olmalılar. Şu anda Türkiye’nin İsrail ve İran konularında kendini bir tünele soktuğunu ve geriye dönüş yapabilmek için, uzunca bir süre yol yapmak zorunda kalacağının da farkındadırlar. Yine de iki konuda Erdoğan’ın ne yapacağına dikkat edecekler.
Batı'nın Türkiye'den üç beklentisi var... Başta Washington olmak üzere, Batı dünyası bundan böyle Erdoğan’ı büyük bir titizlikle izleyecek. İki noktaya çok dikkat edecekler:
1) Türkiye’ nin, BM Güvenlik Konseyi tarafından 12 kabul, 2 red, 1 çekimser oyla kabul ettiği, İran'a yönelik yaptırımlara uyup uymayacağına bakılacak. Acaba Ankara, yaptırımları görmezden mi gelecek, yoksa satırı satırına uyum sağlayacak mı? 2) Başbakan bundan sonraki konuşmalarında nasıl bir dil kullanacak? Acaba İsrail’i yerden yere vurmaya devam edecek mi, yoksa daha kabul edilebilir bir eleştiri düzeyine mi geçecek? İran ve Hamas konusunda aynı tutumu mu sürdürecek, yoksa bazı vurgulamalardan vaz mı geçecek? 3) ABD ile diğer birçok politikada ters düşmeye devam mı edecek, yoksa tam aksine ters düşmemeye mi çalışacak ? Aynı şekilde Avrupa Birliği projesini rafa mı kaldıracak, yoksa hareketlendirecek mi ?
Erdoğan bütün bu hesapları mutlaka yapmıştır Başbakan sadece kalbini dinleyerek siyaset yapan, gözü kapalı karar alan ve içinden geldiğine göre hareket eden bir siyasetçi değil. Bütün riskleri hesaplamış ve nelerle karşı karşıya kalacağını planlamıştır. Eğer bundan sonra, bugüne kadar sergilediği yaklaşımı aynı şekilde sürdürürse, o zaman Türkiye’nin yönünü değiştirmek için bilinçli şekilde hareket ettiği sonucuna varılacak. İşte o zaman oyunun tüm kuralları değişecek. Önümüzde pekte uzun olmayan bir süreç var. Önemli olan, bu sürecin Erdoğan tarafından nasıl kullanılacağıdır. Bir yana giderse, Türkiye çok kazanacak ve bölgedeki konumunu yükseltecek. Diğer yöne giderse, karmakarışık bir döneme girilecek.