Başbakan Tayyip Erdoğan, BM Güvenlik Konseyi’ndeki İran’a yaptırım oylamasında Türkiye’nin Amerika’yı, hatta Rusya ve Çin’i karşısına alarak, sadece Brezilya’yla birlikte verdiği ret oyunu savunurken dört noktayı özellikle vurguluyor: (1) Türkiye çekimser kalsaydı, İran’la nükleer konuda yaptığı takas anlaşmasının altındaki imzasını inkâr etmiş olurdu. (2) Silah, ambargo, yaptırım gibi yollarla sonuç alınmıyor. (3) Türkiye her şeyi masada, müzakereyle çözmek istiyor. (4) Dış politikada eksen kayması yok, Türkiye’nin sırtını Batı’ya dönmesi gibi bir durum söz konusu değil. Bu köşede dördüncü gündür neredeyse hep aynı konuyu değişik açılardan ele almaya çalışıyorum. Bugünkü yazı daha çok İran ağırlıklı olacak. Nükleer silahlara karşıyım, bu nedenle İran’ın da nükleer silah sahibi bir ülke olmasını istemiyorum. Bu bakımdan İran’a fazla güvendiğimi söyleyemem. Öteden beri Tahran’daki yöneticilerin fazla oyuncu oldukları kanısındayım. Bana pek o kadar güven telkin ettiklerini söyleyemem. Türkiye de İran’da nükleer silah görmek istemiyor. Bu bir devlet politikası... Ancak bu siyaset izlenirken, İran’ın avukatlığını yapar gibi görüntüler verilmesi baştan beri yanlış olmuştur. Ben de ambargo, yaptırım gibi yolların sonuç vermediğini, hatta ters teptiğini düşünüyorum. İran’a silahlı bir müdahalenin ise barış açısından tam bir felaket olacağı kanısındayım. Doğru olan, diplomasi ve diyalog alternatifini sonuna kadar kullanmaktır. Tayyip Erdoğan’ın deyişiyle, her şeyin masada çözülmesi en akılcı yoldur. Bu bakımdan Başkan Obama yönetiminin de, BM’den çıkan yaptırım kararına rağmen İran’la diyalog kapısının kapanmadığını açıklaması olumludur. İki nokta daha var. İlki, Brezilya’yla birlikte İran’la imzaladığımız takas anlaşması. BM’den çıkmış olan yaptırım kararı, kimilerine göre bu anlaşmayı pratik olarak öldürmüştür. İkinci noktaya gelince... Türkiye, ret oyu kullanmakla bu oyundaki etkinliğinden bir şeyler yitirmiş oldu mu? Acaba çekimser kalsaydı, daha doğru olmaz mıydı? Bu iki noktada, Başbakan Erdoğan farklı düşünüyor. Hem takas anlaşmasının masada olduğunu, hem de ret oyunun isabetini savunuyor. Bana gelince... Bu iki açıdan kafamda tereddüt ve soru işaretleri var. Tahran’a çok fazla angaje olan ya da angaje bir görüntü veren, sadece Amerika’yı değil Rusya’yla Çin’i de karşısına alarak ret oyu kullanan bir Türkiye’nin, diplomasideki manevra alanı daralabilir diye düşünüyorum. Peki ya o malum sorular şimdi ne olacak? Türkiye Batı’ya sırtını mı dönüyor, eksen mi değiştiriyor? Üç gündür yinelediğim gibi, Türkiye Batı’ya pencerelerini kapatmıyor. Böyle bir niyet yok. Ancak, ince ayar gerektiren hassas dış politika konularında Tayyip Erdoğan’ın özellikle meydanlarda sergilediği ‘delikanlı duruş’ kafa karıştırıyor. İsrail’deki, Amerika’daki bazı odaklarla, yurtiçi ve dışındaki anti-Türkiye lobiler bu durumdan memnun. Çünkü Erdoğan’ın tutumu, onların elini güçlendiriyor. Türkiye’deki “İslamcı düzen yürüyüşü”nün hızlandığı yolundaki propagandanın müşteri kitlesi büyüyebiliyor. Türkiye’nin BM’deki ret oyunun da, eğer gerekli müdahale ve çalışmalar yapılamazsa, bu odakların değirmenine su taşıyacağı rahatça söylenebilir. Dört günü şöyle bir toparlamak gerekirse... Türkiye’nin dış politikasında köklü bir eksen kaymasından söz edilemez. Soğuk Savaş sonrasında yaşanan ‘değişim’lerin, Türkiye’nin ekonomik büyümesinin ve demokratikleşmesinin doğal bir sonucuyla karşı karşıyayız. Özellikle Türkiye’nin coğrafyası da -bir ölçüde Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi- bu ülkenin hem Batı’da, hem Doğu’da olmasını gerektiriyor. Ancak, Türkiye’nin biraz da cambazlığı zorunlu kılan bu politikayı kıvırabilmesi için iki noktaya dikkat gerekir. Birincisi, Türkiye’nin hem Batı’da hem Doğu’da olması şarttır. Bir başka deyişle Amerika’yı, Avrupa’yı karşısına alan, ilişkilerini zorlayan bir Türkiye’nin Doğu’daki etkisi de kırılır, çekiciliği de azalır. İkincisi, kendi evinin içini toparlamayan, örneğin Kürt sorunu gibi, demokratik açılım ya da demokratikleşme gibi, Kıbrıs gibi konularda frene basan, yani değişim konusunda ipe un seren bir Türkiye’nin yine hem Batı’da hem Doğu’da eşzamanlı olarak etkili olması çok güçtür. Dört günün özetine gelince: Evet, Türkiye çok önemli bir coğrafyaya sahip büyük ve güçlü bir ülkedir. Ne Amerikası, ne Avrupası, ne Rusyası yer yuvarlağının bu noktasındaki böyle bir ülkeyi görmezlikten gelebilir. Ama tabii abartmamak gerekir. Dış politikada ‘delikanlı duruş’ların sınırı vardır çünkü...