BM'deki İran oylaması bir şeyi gösterdi: Hem içeride hem dışarıda 1 Mart'ı hâlâ unutamamış olanlar var. Türkiye'yi ABD'nin sadece bir ileri karakolu olarak düşünenler ne 'yeni Türkiye'yi kavrayabiliyor ne de Soğuk Savaş sonrası dönemde ittifak ilişkilerinin nasıl bir nitelik kazandığı konusunda bir fikre sahipler.
'Ya bizdensin ya onlardan' yaklaşımı çok eskidi; bloklar döneminde kısmen geçerliydi. Bunu 11 Eylül sonrası yeniden tedavüle sokmaya çalışan Bush hem yanıldı, hem yenildi. Artık 'topyekûn ittifak' anlayışı, yerini esnek, konu temelli ittifaklara bıraktı. O yüzden Obama'nın ağzından 'çok taraflılık', 'müttefiklerle birlikte karar alma' sözleri eksik olmadı hiç.
Artık günümüzde tek yönlü bağımlılıktan değil, karşılıklı-bağımlılıklardan söz ediyoruz. Kimse tek başına belirleyici değil. Kimse kendisine, kendi çıkarlarına zarar vermeden başkasına zarar veremez halde. Türkiye-ABD ilişkileri de farklı değil. Ama hâlâ bazıları 'soğuk savaş' yıllarında yaşıyor adeta. Türkiye'yi ABD'nin üç kuruşluk yardımına veya askerî hurdasına muhtaç sanıyorlar. Yok, 'ABD bizi cezalandırır, olmadı İsrail bunun hesabını keser'! Maliyetine katlanabilecekler atsın ilk taşı...
Türkiye'ye 'ceza'nın ne üzerinden kesilmesinin beklendiğine özellikle dikkat ediniz: PKK ve Ermeni sorunu. 'Ya PKK'ya karşı verdiği desteği keser, Ermeni soykırım iddialarını Kongre'den geçirirse'! Türkiye'yi 'cezalandırmak' isteyeceklerin bu iki konuyu 'kaşıyacakları' iddiası bu sorunları neden 'bizim' ve 'hemen' çözmemiz gerektiğini de açıklıyor.
1 Mart'ı unutamayanların bir başka derdi, Türkiye'nin bölgede yükselen itibarı, etkisi ve gücü. ABD'de bunu 'Türkiye ABD'ye rakip oldu' şeklinde algılayanlar var. ABD'nin de izlediği bütün bölgesel sorunların bir yerinde Türkiye 'kolaylaştırıcı veya zorlaştırıcı' bir faktör olarak ortaya çıkıyor. Adeta Türkiye'siz etkin bir diplomasi yürütmesi imkânsız ABD'nin. Bunu Obama ve Demokratlardan oluşan çevresi bir sorun olarak görmüyor; aksine Türkiye ile birlikte hareket etmenin ABD'nin gücünü ve inandırıcılığını artırdığı düşünülüyor. Obama'nın geçen yıl Ankara'ya yaptığı ziyaret ve 'model ortaklık' sözü tam da bunu ifade ediyordu; bölgedeki sorunları birlikte çözme.
Takas anlaşması Washington'da kabul görseydi bu noktada çok ileri bir adım atılmış olacak, Obama ve Erdoğan'ın bölgede birlikte 'düzen kurucu' rolleri tescillenecekti. Araya sertlik yanlıları, 'neo-con' kalıntıları ve İsrail lobisi girdi. Hem Obama'yı etkisizleştirmek, İran gibi bir çıkmazın içine sürüklemek hem de Türkiye ile gelişen ve somut ürünler vermeye başlayan 'model ortaklık'ı sabote etmeye çalıştılar. Takas anlaşmasının hazırlık sürecinde ABD'den önce destek gelmesi, sonra da sonucun kabul edilmemesi bu anlama geliyor.
Gelinen bu noktada 1 Mart'tan daha derin bir kriz bekliyor bazıları Türk-Amerikan ilişkilerinde. İstemeyenler yok değil tabii bunu. Hem içeride hem dışarıda 'AK Parti'nin ipini çekmek' için ABD'nin harekete geçmesini bekleyen, isteyen ve teşvik eden çevreler var.
Ama olmayacak; ne ilişkilerde bir 'kırılma' yaşanacak ne de AK Parti'yi 'dışarıdan' devirmek mümkün olacak (muhalifler 'ihale'ye vereceklerine kendi işlerini, biraz çalışsınlar!). Aksine, Erdoğan ve Obama birlikte çalışmaya devam edecekler. Obama Irak'tan çıkmak istiyor mu? Türkiye'siz zor, hele yaptırım kararı sonrası İran'ın artacak baskısı altında. Peki Afganistan? Türkiye'nin NATO güçlerine verdiği desteğin sembolik önemi çok büyük, bırakın fiili katkıyı. Obama'nın Vietnam'ı olabilir Afganistan. İstemiyorsa bunu, Türkiye'nin işbirliği gerekli. Türkiye'nin de ihtiyacı var kuşkusuz ABD'ye birçok konuda.
1 Mart'tan sonra 'bir şey' olmadı. Türkiye etrafındaki barış halkasını genişletti komşusundaki savaşa rağmen. Ve AB ile tam üyelik müzakerelerine başladı. Şimdi rövanş almaya kalkanlar birkaç yıl içinde Türkiye'nin AB'den üyelik tarihi aldığını görürlerse şaşırmasınlar.