Mavi Marmara (Nusret Gemisi), hayırlara vesile oldu ve daha da hayırlar getirmesini diliyorum.
8 Haziran Salı günü Ankara Atatürk Hastanesinde yatmakta olan yaralı gazilerimizi ziyaret ettik. Heyet halinde yaptığımız ziyarette bir müdür arkadaşım, “önümüze geç de bir şeyler konuş” dedi. Öne çıkmayı düşünmemiştim. Fakat bu söz üzerine mecburi bir görev gibi hemen “tamam” dedim. Zihnî hiçbir hazırlığım yoktu. Mavi Marmara kahramanlarının bütün dünyada coşturduğu duygu selinde her şey söylenmiş gibiydi. Ne söyleyeceğim konusunda zorlandım. Ama Rabbimin rızası için evrilen yüreğe ilham olmaz mı? Hemen ayeti hatırladım:
“Faddalallahul mucahidîne alel kaidîne dereceten ecren azîma =Allah, (yolunda) cihad edenlere, (evinde) oturanlardan derecelerini üstün kılarak büyük ecir vermiştir”
Ziyaret anında gazilerimize bu ayeti okuyarak: “Biz size gıpta ediyoruz, çünkü Allah ayetinde böyle diyor” dedim. Öyle ki bu sözler yalnız beni değil, ziyaret çıkışında memnuniyetini ve duygularını ifade eden arkadaşları da etkilemişti.
(Bu gemide bazı tanıdık dostlarım olmakla beraber gıyaben tanıdığım kahraman gazeteci ve bu sitenin yazarı SAMET DOĞAN kardeşim, en yakın ve kadim dostum, ağabeyim sevgili RECEP VİDİN de vardılar. Gemide iken Recep Ağabeyi defalarca aramama rağmen cevap alamıyordum. Çünkü telefonları ellerinden alınmıştı. Türkiye’ye geldikten bu yana bir türlü ne telefonla ulaşabildim Recep Ağabeye, ne de görüşmek nasip oldu. İnşallah en kısa sürede görüşüp kucaklaşmayı Allah nasip eder.)
Akşam haberlerinde Yahudi asıllı (İsveç vatandaşı) bir kadın, gördüğü ve yaşadığı olaylar üzerine Müslüman olmuştu. Bir İslam merkezine giderek Müslümanlığı seçtiğine ve şimdi daha büyük bir huzur duyduğuna oradakileri şahit tuttu. İşte Mavi Marmara kahramanlarının sebep olduğu hayır.
Bu haberi izleyince, dünya ve ahiretin yüce efendisinin Hz. Ali’ye: “Ey Ali! Allah’ın, senin sebebinle bir kişiye hidayet etmesi, senin için, bütün dünya ve onun içindekilerden daha hayırlıdır” mübarek hitabını duyar gibiydim. Ey şehitler, ey gaziler sevinin!
Sevgili Fahrettin Dağlı’nın “Allah’ın onlara azap etmesi için bir gömlek kadar boşluk kalmıştı” hikmetli sözü ile kaleme aldığı hikâyeyi okumanızı öneririm.
Başka dostlarımız yazdı mı, bilemiyorum; bu olaylar vesilesi ile bir dostumuzun anlattığı başka ibretli hikâyeyi de ben sizlerle paylaşmak isterim.
Geçimini balıkçılıkla sağlayan Karadeniz’in filinta gibi adamları tekneleriyle denize açılırlar. Epeyce açılmış olduklarının farkına bile varmadan akşamın oluverdiğini, üstelik göz gözü görmez bir fırtınanın da patladığını görürler. Yönlerini de kaybetmişlerdir. Aile efradı bu korkunç gecede yiğitlerini kaybetme korkusuyla sahile doluşmuşlardır. İçlerinde bir umut kırıntısı ile sahilde bekleşirlerken aniden adamlarının çıkıp geldiğini görürler. Herkes sevinç içinde onları kucaklarken bir kadın da kocasına sarılarak ağlıyordu. Kocası, sevinmesi gerekirken neden ağladığını sorar. Onlar sahilde iken bu arada bir ev yanmıştır. Kadın:
— Nasıl ağlamayım ki, evimiz yandı, der. Kocası:
— Hanım iyi ki evimiz yandı. Biz sahili başka türlü göremezdik ve deniz hepimizi yutmuş olacaktı. Ev değil mi, yenisini yaparız, der.
İşte Mavi Marmara şehit ve gazileri! Böyle bir hayra ve uyanışa sebep oldunuz.
Ne zamana kadar başkalarının izniyle yaşayacak Türkiye veya dünya Müslümanları? Özgürlük bizim fıtratımız değil mi?
BARIŞ NASIL GERÇEKLEŞİR?
Bir dış politika ve uluslararası hukuk uzmanı olmaya gerek yok. İsrail, 1948’de BM tarafından kendisine tanınan sınırlara çekilerek işgal ettiği toprakları eski sahiplerine verirse, saldırgan tutumundan vazgeçerse, başkalarına uşaklık etmezse o zaman Müslümanlarla komşuluk ilişkileri içinde, güvenlik içinde yaşama hakkını elde edebilir. Aksi halde ona rahatlık haramdır.