"Muhalif olmak"la "Düşman olmak" aynı şeyler değildir...
Mehmet BARLAS
Demokratik siyaseti de kavram kargaşasına kurban ettiğimiz kaçınılmazdır. Örneğin "Düşman olmak" ile "Muhalif olmak" arasındaki farkı buharlaştırmıyor muyuz sık sık? Sadece seçilip iktidar olan siyasetçilere karşı tutumumuza yansımıyor bu kavram kargaşası. Seçilip iktidar olan siyasetçiler de, muhaliflerini düşman görmeye başlıyorlar sonunda. "Düşman" karşısında olduğu kişi ne yaparsa yapsın onu yerer. Düşman için rekabet ölüm kalım meselesidir. Muhalif ise karşısında olduğu kişinin yanlışlarını teşhir eder, alternatif doğruları gösterir. Muhalif için rekabet bir nöbet değişiminin aracıdır. Muhalif olmayı düşman olmakla karıştırmanın acı sonuçları ortada. Bu yüzden "İhanet" gibi veya "Sadakat" gibi kavramlar da yanlış anlamlarda kullanılıyor. Demokratik siyasetin gereği olan özgür tartışma ortamı kamplaşmalarla yok ediliyor.
İhanet ve sadakat Genel tutumunu doğru bulduğunuz bir siyasetçiyi yanlış bulduğunuz bir kararından ötürü eleştirdiğiniz zaman bu "İhanet etmek"le bir tutuluyor. "Sadakat" gözü kapalı her şeye evet demek zannediliyor. "Eleştiri" sadece düşman tarafın kullanabileceği öldürücü bir silah olarak algılanıyor. Hem arkadaş kalmak hem de muhalif olmak mümkün değilmiş sanılıyor. En yakın arkadaşlara bile ileride düşman olabilecekleri ihtimaline karşı mesafe koyuluyor. Aynı kampta olmayanların karşı kampa mutlaka çıkar hesabı ile bağlı bulundukları var sayılıyor. Özgür, özerk ve bağımsız düşünce odaklarının bulunabilecekleri kabul edilmiyor. Sonuçta her konu ak ya da kara çizgisinde tartışılıyor. Grilere hayat hakkı tanınmıyor. "Empati" kavramı sözlüklerden çıkartılıyor. Oysa hepimiz biliyoruz ki "Muhalefetsiz" demokrasi nasıl olmazsa, "İktidarsız" demokrasi de olmaz.
Düşmanlık ve kamplaşma Bir iktidar için muhalefetin eleştirileri, kesinlikle yandaşların eleştirilerinden daha fazla yol göstericidir. Ama muhalif olanların "Eleştiri"leri ile düşmanların ön yargılı "Saldırı"ları aynı şeyler değildir. Sadece yıpratmayı ve yalnızca yermeyi hedefleyen takıntılı söylemler "Eleştiri" kavramını da yozlaştırır. Yanlışları eleştirirken alternatif doğruları da seslendirmeyenlerin muhalefeti, demokratik siyasetin taraflarını "Düşman kamplar"a iter. Aslında toplumsal ve tarihsel birikimlerimiz, bu coğrafyanın genlerimize yerleştirdiği sosyo-politik görgümüz, "Muhalif" ile "Düşman" arasındaki farkları bilmemizi gerektiriyor. "Edirne'ye Enver gireceğine Bulgar girsin" benzeri söylemlere kurban ettiğimiz yakın siyasi tarihimizden dersler almamış olmamız mümkün müdür ki? Bunu bugüne aktarıp "Netanyahu gideceğine Erdoğan gitsin" dememiz hangi akla hizmet edebilir ki?