Ülkenin kaderini etkileyecek yetkilerle donatılmış kurumların, attıkları her adımın, verecekleri her kararın yol açacağı sonuçları hesaplaması lâzım. Bugünlerde Anayasa Mahkemesi referandum paketinin akıbetini belirleyecek.
367 felaketini, 411 rezaletini yaşayan Türkiye, Anayasa Mahkemesi'nin vereceği kararlara kuşku ile yaklaşıyor. Sanki hukuka aykırı bir karar çıkma ihtimali, peşinen daha yüksek görülüyor. Dolayısıyla endişeler artıyor. Durum çok kritik; çünkü Anayasa Mahkemesi'nden hukuk devletini berhava edecek bir karar çıkması her şeyi çığırından çıkartabilir. En başta, yeniden çirkin yüzünü gösteren terörün amacına uygun bir zeminin ortaya çıkmasına katkıda bulunabilir.
Anayasa Mahkemesi bütün bu kuşkuları dağıtacak, endişeleri giderecek bir karar da verebilir. Anayasa'da yer alan 148. maddeye uyması yeterli. Sütten ağzımız yandığı için hepimiz kötü ihtimale hazırlanıyoruz. Belki de Anayasa Mahkemesi, daha önceki kararlarının yol açtığı kaostan ve Türkiye'nin kayıplarından dersler çıkartarak hepimizi rahatlatabilir. Akıl ve sağduyu bu sefer Mahkeme'nin kendi hukukuna riayet edeceğini söylüyor. Peki ya endişelerimizde haklı çıkarsak?
Her şey birbirine bağlı. Anayasa Mahkemesi referandum paketini esastan inceler ve kritik maddeleri paketten çıkartırsa demokratik sistemi kilitlemiş olacak. Demokratik sistem kilitlenirse her alanda hukuk ve demokrasi içinde çözüm bulma kabiliyetimiz sınırlanmış olacak. Yeniden bir heyula gibi üzerimize çöken terör belası, çözüm üretemeyen siyasal düzen içinde daha özgür ve kontrolsüz hale gelecek.
Referandum paketi, anayasal-demokratik düzenin tıkandığı yerleri aşmak için yine demokratik kurallara uygun yeni kural ihdası demek. Herkesin üzerinde duran ve her şeyin efendisi olacak halk parlamentonun kendisine müracaatını değerlendirecek ve sandıkta kararını verecek. Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararı ise sadece ve sadece halkın iradesinin gerçekleşmesini engellemekten ibaret. Halkın serbest iradesinin tecelli etmesini engellediğiniz zaman, üstelik bunu bir anayasal kurum yaptığında anayasal düzene olan güven yerle bir olur. Halk iradesi acz içinde kalınca, demokratik sistem tıkanır ve hiçbir sorunu çözemezsiniz. Adeta bağışıklık sisteminiz çöker. Çözüm üretemeyen, kendi iradesini gerçekleştiremeyen bir siyasal düzen her türlü enfeksiyona açık hale gelir.
Bugün Türkiye'nin gündemine yeniden giren PKK terörü eskisinden farklı. PKK kendi örgütsel mantığı ve kullandığı araçlar itibarıyla umutsuz bir vak'a. Bölgenin bütün aktörleri Türkiye'ye Kürt sorununu çözeceği elverişli bir denge sağlıyor. Kürt sorununun doğurduğu terör sorunu sona erebilir ve Kürt sorunu çözülebilir. Yeniden başlayan terör bu dengenin en zayıf halkasını koparmaya yönelik. Halk iradesinden bahsediyorum. Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararı ile yok sayacağı iradeyi, PKK da terörle kırmak istiyor.
PKK terörü, Kürt sorunu bütünüyle çözülse bile devam edecek. Çünkü terör kendi çıkar ilişkilerini ve özerk yapısını yaratmış durumda. Ancak, Kürt sorunundan kopmuş bir terör, marjinalleşmiş ve basit bir güvenlik sorununa dönüşmüş demektir. PKK son terör kampanyası ile Kürt sorununun çözümü için ortaya çıkan halk iradesini yıkmaya çalışıyor. Şiddetin hiçbir şeye çare olamayacağını bilen hem Kürtlerin hem de Türklerin iradesini.
Çünkü terör sorununu bir iç politika malzemesi olmaktan çıkartamadık. Şehit cenazeleri birçok kesim için siyasî dengeleri altüst eden etkileyici bir politik malzeme. PKK da dengeleri altüst edecek hedefleri biliyor. Terörü durduracak, Kürt sorununu çözecek olan irade bile bu darbeler karşısında sarsılmıyor mu?
BDP, Meclis'te referandum paketine karşı çıktı. Bugün, Anayasa Mahkemesi referandum paketini kuşa çevirecek bir karar verirse, PKK'nın referandumu boykot kararına bile gerek olmayacak. Kürt sorunu bir demokrasi sorunu. 12 Eylül'de sandıktan çıkacak irade ile, Kürt sorununu çözecek ve terörü marjinalleştirecek irade aynı irade değil mi? Anayasa Mahkemesi üyeleri ile PKK mensupları, bizimle birlikte aynı gemide yaşamıyor mu?
İsrail’in kanlı saldırılarına maruz kalan Mavi Marmara gemisinin genç kaptanı
Mahmut Tural konuştu. Tural, İsrail’in saldırmadan önce kendilerini
uyarmadığını söyledi. Yol boyunca İsrail’in belirlediği kara sularına
girmediklerini ifade eden Tural, “Ancak İsrail bizi suçlu göstermek için kendi
sularına girmeye zorladı. Ancak ben rotayı değiştirerek buna izin vermedim”
dedi.