|
|
El Hindi: Türkiye geri adım atamaz |
|
|
Filistin direniş gruplarından İslami Cihad'ın Gazze'deki önde gelen liderlerinden Muhammed El-Hindi "Ebu Ömer", Habertaraf'a çarpıcı açıklamalarda bulundu. |
|
İsmail YAŞA'nın röportajı...
Filistin'deki bölünmüşlük halinin yakın bir gelecekte sona ermesi ve uzlaşı sağlanması ümidi olmadığını ifade eden El-Hindi, İslami Cihad Hareketi'nin uzlaşı konusunda durduğu noktayı anlattı.
Hamas ve İslami Cihad arasındaki ilişkiye de değinen El-Hindi, Mahmud Abbas taraftarlarının kendisine yönelttiği suçlamalara cevap verdi.
Türkiye'nin son yıllarda benimsediği dış politika ve Türkiye-İsrail ilişkileri hakkındaki görüşlerini dile getiren El-Hindi, Türkiye-İsrail ilişkilerinde gelinen noktadan geri dönüşün mümkün olmadığını söyledi.
İslami Cihad lideri Muhammed El-Hindi, füze kalkanı ve NATO ile ilişkiler konusunda da Başbakan Erdoğan'ı ve Türk Hükümeti'ni mazur görerek, "Ne yapmasını gerektiğini en iyi tayin edecek olan Türk Hükümeti'dir" dedi.
Birkaç gün önce Hamas liderlerinden Dr. İsmail El-Eşkar, bu aynı sonunda Şam'da Hamas ve Fetih hareketlerinin uzlaşı görüşmeleri için yeniden bir araya geleceğini söyledi. İslami Cihad uzlaşı konusunun neresinde?
Uzlaşının İslami Cihad'a göre iki şıkkı var. Birincisi, Hamas ile Fetih arasında uzlaşı konusu. Bu konuda bizim için önemli olan onların uzlaşıya ulaşmalarıdır. Hamas ile Fetih arasındaki anlaşmazlıklar hükümet programıyla, güvenlik birimleriyle ve seçimlerle ilgili. Bütün bu konularda biz İslami Cihad olarak taraf değiliz. Seçimlere girmedik, hükümete katılmadık ve güvenlik birimleriyle de ilgimiz yok. Fakat bizim için önemli olan onların bir uzlaşı ve anlaşmaya varmalarıdır. Biz de iki taraf arasında sağlanan bu anlaşmayı destekleriz.
İkinci şıkkı ise ulusal programla ilgili. Ulusal program ise aslında herkesi çatısı altında toplayacak bir Filistin otoritesinin (Merciıyye Filistiniyye) oluşturulmasıyla ilgili. Şu anda Filistin Kurtuluş Örgütü denilen yapı var. Bu konu bizi ilgilendiriyor ve bu konuyu herhangi bir Filistin uzlaşısı için doğru kapı olarak görüyoruz. Biz, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün tüm Filistinli tarafların üzerinde anlaşacağı demokratik ve siyasi temeller üzerine yeniden yapılandırılmasına davet ediyoruz. Bu otorite herkesi çatısı altında toplayan ve herkes için bağlayıcı olan bir otorite olmalıdır. Hamas ve İslami Cihad da bu yapıya girmelidir. Çünkü ulusal bir otorite olmadan, siyasi programların da farklı olmasıyla problemler olacaktır. Şu anda önemli olan geçici olabilecek bir program üzerinde, hükümet ve seçimler gibi konularda uzlaşı sağlamak değildir. Bize göre doğru kapı, otorite inşasıdır. Ya en alt seviyeden de olsa herkesi temsil edecek bir siyasi program üzerinde anlaşacağız, ki bu da mevcut şartlarda mümkün değil. Çünkü bazıları müzakerelere bel bağlıyor ve müzakereleri tek seçenek olarak görüyor. Bazıları da "Filistin halkının seçeneği direniştir" diyor. en alt seviyeden de olsa herkesi temsil edecek bir siyasi program üzerinde anlaşmak bir yol. Bir diğer yol ise, anlaşmazlığa düştüğümüzde hakemliğine başvuracağımız bir otorite oluşturulması. Biz bu konuda ulusal bir otoritenin oluşturulmasına davet ediyoruz.
Görünüşe göre ikinci şık birincisinden daha öncelikli...
Biz ikinci şıkkın temel parçalarından biriyiz. Birinci konuda ise biz kolaylaştırıcı rolündeyiz. Tarafların anlaşması için belirli uzlaşı metinleri oluşturulmasına yardımcı oluyoruz. Fakat biz hükümetin, seçimlerin veya güvenlik birimlerinin bir parçası değiliz.
Bugüne kadar yaşanan tecrübeler ışığında, mevcut şartlarda uzlaşıyı mümkün görüyor musunuz?
Öncelikle, siyasi müzakerelerin çıkmaz sokak olduğu kanaatine ulaşırsak uzlaşı sağlamaya daha çok yaklaşmış oluruz. İsrail'in daha sağa yöneldiği çok açık. Amerikan yönetiminde değişiklik olacağı ve yeni yönetimin siyasi çözümü zorla dayatacağı yönündeki tüm beklentiler boşa çıktı. Siyasi sürecin çıkmaz sokağa girdiğini itiraf etmemiz gerekir. Bu da Filistin içini yeniden inşa etmemiz gerektiği anlamına gelmektedir. Bazıları siyasi çözüm sürecinin Filistin halkının tek seçeneği olduğunda ısrar ederse ve müzakerelerin alternatifinin yeniden müzakereler olduğunda ısrar ederse, bu bizim iç uzlaşıdan uzaklaştığımız anlamına gelir. Uzlaşı aslında, müzakere yolunun Filistin haklarından taviz verme yolu olduğu yönünde tam bir kanaat oluşursa başlar. Müzakereler, Filistinli müzakereciye Oslo Anlaşması'ndan bu yana ve hatta ondan daha önce müzakerelere girerken elde etmeyi hedeflediğini en alt düzeyde, yani 4 Haziran 1967 sınırlarında bağımsız bir Filistin devleti kurulmasını dahi vermemektedir. Bu artık imkansız hale geldi. Çünkü 4 Haziran 1967 sınırlarının yüzde 50'si Yahudi yerleşkelerinin oldu. Kudüs ise Yahudileştiriliyor. Bu nedenle, Filistinli müzakerecinin mutlaka Amerikan yönetiminde tavır değişikliği ümidi olmadığı kanaatine ulaşması gerekmektedir. Çünkü Amerikan yönetiminin Filistin davasını İsrail sağının bakış açısıyla gördüğü çok açıktır. Bu kanaate ulaşırsak diğer seçeneğe gideriz. O seçenek de uzlaşı seçeneğidir. Şu ana kadar büyük bir tıkanma var. Durulan noktalar hâlâ birbirinden çok uzak. Bu nedenle uzlaşı vakit alacaktır. Gerektiğinden fazla ümit dağıtmak istemiyorum. Konular karmaşık ve süreç vakit alacak. Fakat Filistin halkının fertleri arasındaki ortak noktaları bulmaktan başka önümüzde herhangi bir seçenek yok.
Uzlaşıya yakın bir gelecekte ulaşma ümidi var mı?
Hayır. Yakın bir zamanda müzakerelerin çıkmaz sokak olduğu kanaatine ulaşma ümidi yok. Stratejik tek seçeneğin müzakereler olduğu yönünde açıklamalar işitiyoruz.
"Hayat müzakeredir" dedikleri gibi...
Evet. Bu nedenle, bu tür açıklamalar zararlıdır. Uzlaşıya gidiş sürecine zarar verir. Çünkü buna inanan uzlaşıya gerçekte uzlaşıya gitmez.
Filistin sahasında ve özellikle de Gazze'de yeni bir takım küçük grupların isimlerini duyuyoruz. Filistin direniş grupları haritasının değişme ihtimali, yakın veya uzak gelecekte bazı grupların büyüme ve diğer bazılarının küçülme ihtimali var mı?
Filistin'de gelecek direnişindir. Bunun çok basit bir nedeni var. Müzakere yolu hiç ümit vermiyor ve önünde hiçbir başarı ihtimali yok. Diğer mesele ise; Kudüs, mülteciler, topraklar ve benzeri sorunlarda Filistinlilerin en düşük beklentileri ile İsrail'in en çok verebileceği arasındaki mesafe çok büyük. Bu nedenle aradaki bu mesafeyi kapatma ümidi yok. Artı; İsrail daha çok sağa doğru gidiyor. Lieberman ve dindar Siyonistler gibi Netanyahu'nun sağında, ondan daha çok bir sürü fanatik var. Bu da bizim çatışmayı sona erdirecek barış anlaşmasına doğru değil, çatışmada yeni turlara doğru gittiğimiz anlamına geliyor. Çatışmanın yeni turunda da asıl rol direnişin olacak. Şu anda Filistin'de direniş ancak İslami nitelikte ve kimlikte olabilir. Filistin sahasında diğer direnişler aşağı yukarı sona erdi. Artık geçmişte olduğu gibi değil. Filistin halkının geleceği İslami direniştedir. İsimler bizi ilgilendirmiyor. Bizi ilgilendiren şu: Biz çatışmada yeni bir tura doğru gidiyoruz. Müzakereler çıkmaz sokağa girdi. İsrail daha çok sağa doğru yöneliyor. Dolayısıyla biz çatışmaya gidiyoruz ve çatışma da direnişe muhtaç. Filistin'de de İslami direnişten başka direniş yok. Ben açıkça geleceğin bu çatışmanın gerçek tarafı olan direniş örgütlerinde olduğunu görüyorum.
İslami direniş grupları çerçevesinde ele alırsak... Örneğin Ceyşu'l-İslam, Celcelet ve benzeri grupların isimlerini işitiyoruz. Bunlar gelip geçici mi, yoksa kalıcı mı?
Bunlar Gazze Savaşı'ndan sonra ortaya çıktılar. Hamas yönetimi ele aldı ve hükümeti kurdu. Gazze Savaşı'ndan sonra bir tür denge oluştu. Gazze'den füze atılması durduruldu. Gazze'deki İslami direniş, Hamas ve İslami Cihad'dır. Başka cemaat yok. Şu anda füze atımı olmayınca, Gazze Savaşı'ndan sonra füze atılmaması yönünde bir görüş benimsenince bazı cemaatler ortaya çıktı. Radikallik daima gençleri çeker. Fakat Filistin halkının onlara ihtiyacı geçicidir. Temel görüş cihad görüşüdür. Cihad eden ve direnen grupların tarihi bellidir. Hamas ve İslami Cihad. Şimdi geçici şartlar nedeniyle bu gruplar füze atmayı durdurunca, ki Gazze'de füze atmaktan başka bir şey yok, duyduğumuz o isimler ortaya çıktı. Fakat sonuçta biz sağı solu suçlayacak değiliz. Filistin halkını birleştirmek istiyoruz. Birlikte ve ortak noktaları aramada daima güç vardır. Ben şu anda en önemli ortak noktanın "Filistin'deki direnişin geleceği üzerinde Hamas ve İslami Cihad nasıl anlaşır?" sorusu olduğuna inanıyorum.
Hamas'dan olsun, İslami Cihad'dan olsun bazı arkadaşlarla konuştuğum zaman Hamaslılar İslami Cihad'ı ve İslami Cihadlılar Hamas'ı eleştiriyorlar. Sanki bu anlaşma liderler düzeyinde kalmış gibi. Aşağıya inince bir tür rekabet görüyoruz.
Siyasi bakış açılarında farklılık var. Örneğin Oslo Anlaşması ve kanunları gölgesinde seçimlere katılma ve hükümet kurma konusunda görüş farklılığı var. Fakat sonuçta çıkış noktaları aynı. Sonuçta hepimiz cihad ve direniş dairesinde bulunuyoruz. Üzerinde anlaştığımız çok mesele var. Sadece Hamas ve İslami Cihad arasında da değil. Bilakis bütün Filistinli gruplar arasında. Fakat merkezde Hamas ve İslami Cihad var. Ortak noktaları arayan onları bulacaktır. Fetih'le de buluruz. Fetih, Oslo sürecini yönetirken, bir anda El-Aksa Şehitleri aracılığıyla direnişi yönetir olmuştu. Ortak noktaları bulmamız zor değil. Hamas ile İslami Cihad arasında ortak noktalar çok. Direniş, Filistin sabiteleri ve İslami ilkeler..
Siz, internetteki forumlarda Fetihliler tarafından İslami Cihad'ı Hamas'a eklemlemekle suçlanıyorsunuz...
Fetihliler değil. Fetihliler ile Ramallah'taki yönetimi birbirinden ayırmamız gerekir. Ramallah yönetimi herkesin Ramallah yönetimiyle birlikte çalışmasını istiyor. Kendisi de Amerika ve İsrail'in Filistin davasını tasfiye projesine uygun çalışıyor. Hac mevsiminde kimseyi suçlamayalım fakat hiçbir karşılık almadan direnişçilerin peşine düştükleri gayet açık. Bu nedenle Filistin halkının Filistin'in hakları ve direniş seçeneğine bağlılık üzere, Filistin sabitelerini koruma üzere birlik olmasını istemiyor. Bunlara bağlı olan ve savunan herkes suçlu mu oluyor? Eğer suç buysa sorun değil. Biz Filistin halkını Filistin sabiteleri ve Filistin direnişi etrafında toplamak ve pusulayı bu yöne doğrultmak istiyoruz. Kim bu yönden saparsa suçlanması gereken odur. Fakat Filistin halkını birleştiren, sabiteleri koruyan ve ortak noktaları arayanın yaptığı suç değildir.
İslami Cihad gençliğinin "Fetihçi İslami Cihadlılar" ve "Hamasçı İslami Cihadlılar" olmak üzere ikiye ayrıldığını, yani mevcut bölünmüşlük halinde İslami Cihad üyelerinden bir kısmının kalbinin Fetih'ten yana ve diğer bir kısmının da Hamas'tan yana olduğu söyleniyor. Bu doğru mu?
Her hareketin, örgütün ve grubun işlerini yürüten kurumsal bir yapısı vardır. Çeşitli meselelerde görüş ayrılıkları önemlidir fakat sonuçta yönetim bir tavır belirler ve herşey biter. Herhangi bir mesele tartışıldığında en çok görüş ayrılığı Fetih'te yaşanmaktadır. Çünkü Fetih bir örgüt değil. En sağdan en sola kadar herhangi bir görüşe sahip olan herkes Fetihli olabilir. Örneğin Hani El-Hasen'e sor, Abbas Zeki'ye sor, Saib Ureykat'a sor; her biri farklı bir cevap verir. Fakat İslami Cihad bir örgüttür. Kurumsal yapısı olan İslami bir örgüttür. Meseleler tartışılır ve karara bağlanır. Bu karar da harekete yön verir, hareketin ve yönetiminin görüşünü ifade eder.
Filistinli gruplar ve özellikle İslami Cihad Hareketi, nerede doğru yaptık ve nerede hata yaptık şeklinde bir gözden geçirme yapıyor mu? Yoksa karar alıp hep "Biz yüzde yüz doğruyuz" mu diyorlar?
Her grubun kendini gözden geçirmeye sürekli olarak ihtiyacı vardır. Fakat bu gözden geçirme, Mısır'daki El-Cemaatu'l-İslamiyye örneğinde olduğu gibi ortada bir kriz varsa daha çok önplana çıkar. İslami Cihad'ın yönelimleriyle uyumlu bir örgütü var. Başlangıçtan beri İslami bir direniş grubu olarak, Filistin'in kurtuluşu hedefi için savaşan bir grup olarak tavrını belirledi. Oslo'yu reddetti ve bu duruşunu sürdürdü. Oslo Anlaşması gereği oluşturulan hiçbir müesseseye katılmadı. Bu nedenle kendi içerisinde uyumlu. Biz İslami Cihad olarak bu aşamada en azından şimdiye kadar Filistin siyasetinde kaybolmadık. Sabitelerimizi koruduk. Yönelimlerimizi koruduk. Hiçbir şekilde yönetimde yer almadık. Yasir Arafat'ın döneminde bize her türlü baskı yapıldı ve büyük teşvikler sunuldu. Şu ana kadar yönetime katılmadık. Ne Arafat döneminde, ne de Arafat'tan sonra; ne Hamas ile, ne de Hamas'tan sonra. Seçimleri ilkesel olarak reddetmiyoruz. Filistin ulusal otoritesi (Merciıyye Filistiniyye) oluşturmak için veya yeni bir ulusal meclis oluşturmak için seçim yapılsa katılırız. Fakat Oslo yönetimi için yapılan seçimlere katılmayız.
Yani demokrasiyi reddetmiyorsunuz?
Hayır, tabii ki reddetmiyoruz. Örneğin üniversitelerdeki seçimlere katılıyoruz. Orada herhangi bir problem yok.
Bu siyasetin sonunda İslami Cihad Hareketi büyüdü mü, yoksa aynı mı kaldı?
Bunun kararını gözlemcilere bırakıyoruz...
Sizin görüşüne göre nasıl?.. Örneğin siyasi partiler seçimlere girerler ve daha önce yüzde 10 oy alan bir parti yüzde 5 almışsa başarısız olmuştur veya oyları yüzde 20'ye ulaşmışsa başarılı olmuştur...
Yaklaşık üç hafta önce İslami Cihad'ın kuruluş yıldönümü kutlamaları yaptık. El-Cezire, El-Aksa, El-Quds ve benzeri televizyon kanallarında yayınlandı. İslami Cihad'ın düzenlediği en kalabalık etkinlikti. Gazetecilerin, ajansların ve El-Cezire gibi kanalların tahminlerine göre yüzbini aşkın kişiden bahsediyordu.
Yani bu siyaset Filistin halkı tarafından kabul görüyor...
Evet.
Türk dış politikasına gelecek olursak... Türk dış politikasını ve özellikle bölgeyle ilgili kısmını nasıl görüyorsunuz?
Türkiye gerçek bir kimlik çatışması yaşıyor. İnşaallah bu çatışma İslam'ın ve İslami eğilimlerin lehine sonuçlanır. Türkiye'nin İsrail ile ilişkileri güçlüydü. Şimdi bu ilişkiler birer birer kopuyor. Hiçbir Türk hükümetinin Özgürlük Filosu'na yapılanı kolay kolay unutacağını sanmıyorum. Türk halkı sonuçta Müslüman bir halk. Ümmetin akidesini, tarihini ve kültürel mirasını savunan bir halk. Aynı zamanda İslam dünyasına asırlar boyu hükmeden Osmanlı Devleti'nin halkı. Kimlik çatışması inşaallah İslam'ın yararına olacaktır. Sadece Türk halkı değil, Türk Hükümeti de. Türk Hükümeti'nin de birtakım yönelimleri var fakat bazılarının istediği gibi her yöne savaş açamaz. Belli bir siyaseti var ve mevcut şartları gözetiyor. Kökleşmiş ve kemikleşmiş şartları, bölgesel ve uluslararası şartları gözetiyor. Fakat genel olarak söylemek gerekirse, Türkiye değişiyor. Kimlik çatışması sonuçlanıyor. O ilişkilerin bu şekilde çözüleceğini hiç kimse tahmin etmiyordu. Türkiye gerçekten bağımsız bir devlet ve net bir siyaseti var. Filistin halkının çıkarını gözetiyor. Arap bölgesindeki diğer devletler gibi değil. Bölgede üç ülke var: Türkiye, İran ve İsrail. Geri kalanları devlet bile değil. Bu nedenle, hiçbir Türk hükümeti İsrail'in yaptıklarını gözardı edemez.
Biz, Türk halkının kalbinin Mescid-i Aksa, Kudüs ve Filistin'le birlikte attığına inanıyoruz. Türk halkı, ümmetin akidesi ve kutsal değerleri için her türlü fedakarlığa hazır. Sonuçta savaş aynı. Bu, tarihi ve akideyi elinden almak isteyenlere karşı ümmetin savaşı. Türk halkı da bu savaşın en ön sırasında. Bizim Filistin'de mızrak ucu olduğumuz doğrudur fakat Türkiye de çatışma hattına güçlü bir şekilde dahil oldu. Çok şey beklemiyoruz ve çok fazla ümit dağıtmak istemiyoruz. Fakat tarih adım adım yapılır. Tarihin geriye dönmesi mümkün değil. Türkiye'nin İsrail ile ilişkilerinin eski haline geri dönmesi mümkün değil. İsrail çok büyük hata yaptı. En kötü senaryo, İsrail'in Mavi Marmara gemisine yaptığıydı. Onun dışındaki herhangi bir çözüm İsrail için daha iyiydi. Türkler yapılanı unutmayacağına inanıyorum. Hatta bazıları unutmak istese dahi, Türk halkının bunu kabul etmesi zor. Ben Türkiye'yi gördüm. Eyüp Sultan Camisi yanına asılan büyük pankartları gördüm. Netanyahu'nun ağzından etkileyici bazı ifadeler yazılmıştı. Netanyahu'nun üzerine çarpı işareti konmuştu. Netanyahu, "Ben birşey yapmadım; ben sadece uyardım, sadece Mavi Marmara gemisinde dokuz teröristi öldürdüm" diyordu. Bu nedenle, Türk halkının yapılan bu saldırıyı unutması çok zor. Sayın Erdoğan bu saldırıdan sonra anketlerde daha çok puan toplamaya başladı. Sanırım gösterdiği kararlı tavırlar nedeniyle oyları en az yüzde 10 arttı. Yüzde 35'ten yüzde 45'lere çıktı. Herhangi bir geri adımın gelecek seçimlerde etkisi olacaktır ve bu gerileme örneğin Necmettin Erbakan'ın yararına olabilir. Bu nedenle Türk siyasetinin mevcut tavrından geri adım atması zor.
NATO zirvesi füze kalkanının Türk topraklarına yerleştirilmesini kararlaştırdı ve Türkiye de bunu onayladı. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Ben hac mevsimi nedeniyle çok fazla takip edemedim fakat haberi duydum. Türkiye, Avrupa Birliği'ne girmek istiyor. Bu, Erdoğan'ın savaşı. Hedefinin Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne sokmak olduğunu ilan etti. NATO olayı ise daha farklı bir olay. Türkiye NATO'nun kurucu üyesi ve uzun süredir NATO'da. Biz, "Bu bir yön değişikliğidir" demek istemiyoruz. Türkiye'nin NATO'yla ilişkileri ve Avrupa Birliği'ne girmek istemesi, bu Erdoğan Hükümeti'nin ilan edilmiş hedefi. Yön değişikliği değil. Yön değişikliği İsrail ile oldu. Anlaşmaları iptal etti. Ortak tatbikatları iptal etti. İsrail, tatbikatları Yunanistan'la yapmak zorunda kaldı. Karşılığında İsrail de bazı şeyleri iptal etti. Bu gerilim, devam ediyor. Şu ana kadar İsrail ile ilişkilerde herhangi bir geri adım yok. Hatta herhangi bir Türk hükümeti geri adım atmak istese, bu noktadan geri adım atması zor. Bu nedenle, bu çizgiden herhangi bir sapma olduğunu görmedik. Fakat NATO ve Avrupa ile ilişkiler konusunda ise kimse herhangi bir değişiklik olduğundan bahsetmiyor. Türkiye'de de hükümet olsun, muhalefet olsun, herkes bu yönde yürüyor. Bu nedenle, bu mesele üzerinde çok durmuyoruz.
Türkiye'de İslamcılar içerisinde, Filistin davasını ve hükümeti destekleyenler içerisinde bile hükümeti eleştirenler var. "Bu füze kalkanı İsrail'i korumak için" diyorlar.
Biz Türkiye'nin bunu yapacağını sanmıyoruz. Bu süreç adım adım inşa ediliyor. Bu çatışmada ne yapmasını gerektiğini en iyi tayin edecek olan Türk Hükümeti'dir. Bedavadan savaşlar açmak istemiyor. Evet; insanlar Türk halkının Filistin'de cihad ediyor görmek istiyorlar. Fakat bugün buna imkan var mı? Bu nedenle biz çok büyük ümitler yaymak istemiyoruz ki sürece zarar verecek tepkiler olmasın. Ortada bir savaş olduğunu ve savaşın büyük olduğunu biliyoruz. Türkiye sadece Erdoğan'dan ibaret değil. Başörtüsü meselesinde bile hâlâ mücadele devam ediyorken kurucusu olduğu NATO'dan ayrılması nasıl mümkün olabilir?!
Davud Şihab ile birlikte Savtu'l-Quds Radyosu'nda bir programa katılmıştım. Orada şöyle bir soru soruldu. "Türkiye'nin bölgede yükselen rolünün hedefinin Filistin direnişini İran'ın elinden almak olduğu söyleniyor. Ne dersiniz?" Bunun gibi bir soruydu. Gerçekten böyle bir korku var mı?
Filistin direnişinin İran'ın elinde olduğunu söylemek ayıptır. Filistin halkı işgal altında. Topraklar işgal altında. Mescid-i Aksa işgal altında. Bu şartlarda direnmesi için birinden izin alması mı gerekir? Hiç kimsenin iznine ihtiyacı yok. Çünkü toprakları işgal altında. Bu hayatın sünneti. İşgal varsa direniş de vardır. Biz direniş için ne İran'dan ne de Türkiye'den izin almak zorundayız. Bu bizim yapmamız gereken görevimiz. Topraklarımız işgal altında. Bizler Müslümanlarız. Kutsal değerlerimizi savunmak zorundayız. Bizimle onların ve diğer tüm milletlerin arasında Kur'an ve şeriat var. Türkiye gelir Filistin halkına yardım ederse, "Türkiye İran'ın rolünü çalıyor" mu diyeceğiz. Bu yanlış bir analizdir. Olayları yanlış değerlendirmekten, Filistin direnişini ve rolünü anlamamaktan kaynaklanmaktadır. Filistin direnişi direnmektedir ve direnişinin sebebi işgal ve Filistin halkına yönelik günlük saldırılardır. Hangi İslami hükümet veya hangi Müslüman halk gelir de yardım elini uzatırsa, Filistin halkı bu yardımı kabul eder ve bu uzatılan ele teşekkür eder. İran'ın veya Türkiye'nin rolü hakkında şüphe uyandırmak isteyenler Filistin'den ellerini çektiler ve Filistin halkına yardım etmek istemiyorlar. Filistin halkına uygulanan ablukaya ortak oluyorlar. Bu nedenle sağı solu suçluyorlar. Peki, siz ey Araplar; sağı solu suçlayan sizler Gazze'ye uygulanan ablukayı kaldırın. Filistin direnişine yardım edin ve ondan sonra örneğin "İran'ı terkedin" deyin. Daha sonra da Filistin direnişini yargılayın. Fakat siz Filistin halkına karşı ve direnişine karşı görevinizi yerine getirmeyip sağı solu suçlarsanız bunu kabul etmek mümkün değil. Önce İran hakkında konuşuyordunuz. Şimdi Türkiye hakkında konuşuyorsunuz. "Filistin direnişi üzerine İran ile Türkiye arasında çatışma var" diyorsunuz. Bunu söyleyen olayları anmamıyor, direnişi anlamıyor, Filistin'i anlamıyor, tarihi anlamıyor. Bu İslam medeniyeti ile Batı medeniyetinin çatışmasının devamıdır ve İsrail, Batı medeniyetinin bir parçasıdır. Biz görevimizi yapıyoruz ve diğer milletler de görevini yapıyor. Bir hükümet gelir de siyasetini değiştirirse, bu siyaset İsrail ile ittifaktan Filistin halkını destekleme yönüne dönerse o hükümeti suçlayalım mı? Bu çok ayıp.
Türk halkına iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?
Tabii ki. Türk halkı kalbimizde. Gazze'ye gel de Türk bayraklarını bir gör. Türk halkı kanını verdi. O kanı dökülenler Gazze'ye ulaşmak istiyorlardı fakat kanları sadece Gazze'de değil dünyadaki tüm Filistinlilerin kalplerine ulaştı. Biz yardımdan bahsetmiyoruz. Bilakis ortak savaştan bahsediyoruz. Bu ümmetin savaşıdır ve ümmeti, kutsal değerlerini, kültür mirasını ve akidesini savunmada Türk halkının köklü bir geçmişi vardır. Bu nedenle ümidimiz büyük. Tarih şu anda inşa ediliyor ve Türk halkı ve bölgenin tarihinin inşasının temel parçasıdır. Çünkü Türk halkı özgür bir halktır. Diri ve cesur bir halktır. Bölgenin asil halklarından biridir. Yaptıklarıyla hem bölge hem de tüm dünya iftihar etmektedir. İnşaallah geşmişteki rolünü yeniden kazanacaktır.
Osmanlı Hilafeti sadece Türkiye'nin değil, tüm ümmetin hilafetiydi. Hatta Mavi Marmara gemisinde bulunanlar "Biz Mavi Marmara gemisindeyken Osmanlı Devleti'ni hatırladık" dediler. Gemide her yerden Müslümanlar vardı ve geminin kaptanı Türk'tü.
"Türk deneyimi" denilen deneyimi hiç incelediniz mi? Erdoğan'ın partisinin başarılı olması gibi İslami hareketlerin de başarılı olması için bu deneyim Arap ülkelerinde uygulanabilir mi?
Bölgede gerçek demokrasi olan bir rejim yok. Cumhuriyet olsun, krallık olsun; hepsi yönetimi babadan oğula bırakıyor. Cumhuriyetler bile yönetimi babadan oğula bırakıyor. Suriye, babadan oğula bırakıyor. Mısır, babadan oğula bırakıyor. Libya, babadan oğula bırakıyor. Türkiye gerçek demokrasiyi uygulayan ve çok partili rejimi olan bir devlet. Ordunun hakimiyeti olduğu doğru fakat şu anda gerçek demokrasinin güçlenmesi lehine bir denge oluşuyor. Arap ülkelerinde gerçek demokrasi olduğunda deneyimler hakkında konuşabiliriz. Fakat Arap rejimlerinde halihazırda yapılan seçimlerin hepsi göstermelik. Amaç ,rejimin yüzünü güzel göstermek.
Sorun sadece uygulamada değil. Demokraside aynı zamanda bir ruh vardır. Bir ideoloji vardır. Arap rejimlerinin ruhu yok ve demokrasiyi de sahte olarak uyguluyor. Fakat halklar ne olduğunu biliyor. Halkın yaptığı esprilere bir bak. Bu gerçek demokrasi değil nükte. Bu nedenle Türk deneyimini Arap rejimlerine yansıtmak mümkün değil. Önce alınması gereken bir kültür var. Ardından gerçek bir demokrasi. İran'daki seçimlerde hile yapıldığından bahsediyorlar. Güzel. Fakat İran'da İslam Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana otuzdan fazla seçim yapıldı. Arap rejimlerinde seçimlerin hepsi hileli. Ya başkan kazanıyor veya başkanın oğlu. Bu nedenle Türk deneyiminin olduğu gibi alınması mümkün değil. Fakat İslami hareketler mutlaka ders almalı.
"Türk deneyimi" sadece seçimlere katılmak değil. Bu deneyimin altyapısını oluşturan örneğin sivil toplum kuruluşlarının rolü, Türk halkının demokratik bilincinin yükselmesi ve körü körüne particiliğin gerilemesi gibi faktörler var. Örneğin hükümeti destekleyen yazarların yeri geldiğinde hükümeti eleştirdiğini görüyoruz. Birçok kişi "Türk deneyimi"nin bu yönünü gözardı ediyor. Evet; şartlar ve kültürler farklı. Fakat yine de koplaya-yapıştır şeklinde değil de, inceleyerek bu deneyimden yararlanılamaz mı?
Bölgedeki her deneyimin mutlaka bölge üzerinde etkileri olacaktır. Fakat biz Arap ülkelerinde kültür inşasından bahsediyoruz. İnşaallah zamanla değişimler olacaktır. Özellikle de halklar bu deneyimlere sarılınca. Türkiye ile arasında çok fazla engel yok. İran ile arasında mezhep engeli var. Türkiye ile arasında böyle bir engel yok. Bu nedenle Türkiye'nin bölgeye etkisi daha çok. İnşaallah bu etki ümmetin yararına olur.
HaBertaraf.com
Anahtar Kelimeler:
İsmail Yaşaİslami CihadMuhammed El-HindiFilistinGazze
|
|
26 Kasım 2010 - 15:07:13 |
|
Paylaş
|
|
|
|
|
|
Haberin izinsiz kullanılması durumunda yasal işlem yapılacaktır. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Define yıkık yerlere saklanır. Sakın ola fakir ve dertlilerin kalbini kırma, ahlarını alma.
HZ. MEVLANA |
|
Dolar |
|
|
1.498
|
1.508
|
|
Euro |
|
|
1.963 |
1.978 |
|
Sterlin |
|
|
2.314 |
2.355 |
|
Altın |
|
|
65.35 |
65.73 |
|
IMKB |
|
|
64072 |
|
|