|
|
|
Batılılaşma ve Türkiye
Gökçen GÖKSAL
|
|
Tanzimatla birlikte başlayan batılılaşma sorunu, Türk aydını için sürekli olarak tartışıla gelen bir sorun olmuştur. Batılılaşma Türkiye'de eskiyle yeni arasında sürüp giden bir mücadele olarak takdim edilmiştir. Kurtuluşu batı değer ve kültüründe arayan düşünce, Osmanlı'nın son dönemlerinde hayat bulmuş ve giderek kendi toplumunu içten içe zehirleyen bir sistem haline dönüşmüştür. Batılı düşünce tarzını yerleştirmeye çalışan bu sistematik yapı, aslında batı düşünce tarzını hiç mi hiç anlayamamıştı. Batı düşüncesinin standart bir politik hattan geçtiğini zanneden bu klik, bütün sorunların çözümünü, Batı'nın meydana getirdiği kurallarda sandı.
Oysa batı düşüncesi diye algılanan şey giderek gelişen ve geliştiği ölçüde de doğal hayatı yok eden kapitalizmden başka bir şey değildi. Batı düşüncesi diye enjekte edilen şırınga içinde sadece kapitalist sistemin argümanlarını barındırıyor, batılılaşma adı altında kapitalizmin tohumları atılmak isteniyordu. Bütün sorunları Batı'nın değer yargılarıyla çözeceklerini sananlar, kapitalizmin her ülkede aynı şekilde gelişerek varlık gösterdiğini düşünseler de, durum bunun tam tersi şekilde işliyordu.
Çünkü sanayi ve ticari açıdan batılı ülkelerin gerisinde kalan ülkelerin, batılı standartlarına ulaşma arzusu çoğunlukla hüsranla bitiyordu. Bunun nedeni de kapitalizmin bir sonuç olarak değil neden olarak algılanmasıydı. Batılı ülkelerin tarihsel olarak yaşadıkları ilişkilerin neticesinde kapitalizm büyüdü ve gelişti. Bu gelişme bazıları tarafından kapitalist ekonominin meydana getirdiği bir zenginlik olarak algılandı. Ve aynen tatbik edilmek isteyince de faturası ağır oldu.
Sosyolojik olarak, siyasal ve ekonomik düzey bakımından bu toprakların ayrı bir özgünlüğü vardı. Bunu en iyi bilen de maalesef batılılardı. Bizde ise bu özgünlük kavranamadı...
Topraklarımızın içinde barındırdığı bu özgünlüğü düşünsel üretimde bulunan herkes görebiliyordu. Selahattin Hilav, Türk düşün hayatına Marksist açıdan damgasını vuran bir isim olmakla birlikte o bu durumu "Batılılaşma bizde, egemenliklerini yeni ekonomik ve tarihsel koşullara uydurmak ve pekiştirmek isteyen, sınıf ve zümrelerin ideolojik silahıdır... Bir başka deyişle Batılılaşma, olmayan şeyi oluyormuş gibi gösteren, örten, başka kılığa sokan, ideolojik ve aldatıcı bir görüştür." (1) diye özetliyordu.
Aklı başında her insan kendini nerde konumlandırırsa konumlandırsın, bu toprakların özgünlüğünü görebiliyordu. Fakat Türkiye'nin yaşadığı sorunların bir çoğunun batılılaşmadan kaynaklandığı birtakım çevreler tarafından nedense hep göz ardı edildi. Bu özgünlük sadece bize ait değil tabi, kapitalist olma yolunda hızla ilerleyen ve daha fazla kapitalist olmaya aday ülkelerin hepsi için geçerli. Örneğin Hindistan bilişim sektörü adına dünyada söz sahibi olan bir ülke, bu alanda da önemli atılımlara imza atıyor.
Fakat ülkenin Yeni Delhi, Bombay gibi şehirleri dışında kalan yerleşim yerleri açlık ve sefaletle yüzyüze. Ülkenin yerel liderlerinden Rajiv Gandhi'nin suikast sonucu öldürülmesinden sonra, iktidara gelen milliyetçi Hindu partisi, ekonomiyi Oxford mezunu Manmohan Singh'e havale etti. Tamamıyla İngiliz ekolünü benimseyen bu isim Hindistan toplumunun geri bilincini beslemek ve belli başlı şehirleri ekonomik açıdan geliştirmek dışında çok fazla bir şey yapmadı, İngiliz politikalarına hizmet etti, aslında böylesi olması da çok doğaldı, çünkü aldığı eğitim ve kafa yapısı bunu gerektiriyordu.
Hindistan belki gelişti ama çarpık gelişti, bazı şehirler görkemli yapılar ve üst düzey bir yaşamla anılırken, ülkenin geri kalan kısmı ortaçağı yaşamaya mahkum edildi. İleri kapitalist ülkelerin üçüncü ve dördüncü dünya ülkelerine tanıdığı gelişmişlik seviyesi bu, bir taraf oldurulurken, diğer taraf öldürülüyor. İlerlemiş ülkeler, kendi yolunu bulamayan ülkelere bunun dışında bir şans tanımıyor.
Osmanlı döneminin ünlü şairlerinden İbrahim Şinasi, Tanzimat döneminde batıya olan ilginin artmasından memnun bir şekilde birçok eserler yazdı. Bunlardan biri de Reşid Paşa'ya yazdığı kasidesidir. Yönünü batıya dönen Osmanlı'yı takdir ederek, batılı olmanın ne büyük bir erdem olduğundan dem vuran Şinasi, Tanzimat fermanını okuyan Reşid Paşa'ya ithafen yazdığı kasidede ondan
"Acep midir medeniyet resulü dense sana,
Vücud-i Mucizin eyler taasubu tahzir" şeklinde bahsediyordu.
Kasidesinde Reşid Paşay'ı göklere çıkartan Şinasi yer yer maksadını da aşıyordu.
O dönem içersinde atılan önemli adımlar Osmanlı toplumunda yaşayan insanlar için değil, batıyı taklit ettiği için el üstünde tutuldu. Şimdilerde Şinasi'nin yazdığı bu kasidenin ötesinde şeyler yazılıyor ama temelde bakış açısında bir değişiklik yok. Batıya olan bakışımız halen değişmezken, batı çok değişti. Aslında onlar da kendilerini taklit eden bu tip ülkelerden oldukça sıkılıyorlar, çünkü onlar da taklitten değil özgünlükten yana...
Anadolu'da bir tabir vardır, "Her dere kendi yolunu bulur" diye, bunun için biraz zamana ihtiyacımız var galiba.
(1) Selahattin Hilav, Felsefe yazıları, Yapı Kredi Yayınları, 1993.
|
|
10 Aralık 2010 - 10:27:44 |
|
|
Dolar |
|
|
1.496
|
1.506
|
|
Euro |
|
|
1.978 |
1.993 |
|
Sterlin |
|
|
2.340 |
2.395 |
|
Altın |
|
|
66.61 |
67.05 |
|
IMKB |
|
|
64759 |
|
|