Sene 1958.
Nâzım Hikmet, İsviçre’de.
Trende.
Geçiyor İsviçre camdan
akvaryumdan geçen balık gibi
çok renkli bir balık...
Bakıyorum vagonumdan
kederli, alaycı, öfkeli,
biraz da alık bakıyorum...
Hava ne soğuk, ne sıcak
burda böyle galiba gülüm
ne serin, ne ılık
ayarlı bir saat markası
ünlü bir kol saati...
İsviçre oyuncak memleket
dev dağlarla karışık...
Ve, işte göller gülüm
turist dergilerinin kapak gölleri;
kaymak kâğıt üstüne
pırıl pırıl, telleri, duvakları,
yalçın yamaçlarıyla
şaşırıyorsun
baskının güzelliğine...
İsviçre
bir yandan da gülüm,
benziyor yastık yüzüne...
Çivitli, dantelli,
yeni de geçirilmiş,
yani,
bir insanın başının ağırlığı
çukurlaştırıp
kırıştırmamış henüz...
Karşımda bir kız
polis romanı okuyor
güneş, pembe derisini soymuş
at kuyruğu saçları yapağıdan
gözlerinde tatlı tatlı gökyüzü
Vilhelm Tel
elmayı yanaklarına koymuş...
Bakıyorum İsviçre’ye
vagonumdan...
Niye böyle şeyler yazıyorum?
Belki kıskandığımdan...
Sene 2010.
Abdullah Gül, İsviçre’de.
Trende.
İstasyona varıyor. İsviçreli çocuklar karşılıyor Cumhurbaşkanımızı... Jest olsun diye, Türkiye’ye ait, Türkiye’yi anlatan çocuk şarkısını söylüyorlar, Türkçe.
Ekmek buldum, katık yok
Katık buldum, ekmek yok
Odun buldum, kibrit yok
Kibrit buldum, odun yok
Para buldum, cüzdan yok
Cüzdan buldum, para yok
At buldum, meydan yok
Meydan buldum, at yok
Kalem buldum, defter yok
Defter buldum, kalem yok
Kitap buldum, gözlük yok
Gözlük buldum, kitap yok
Nâzım, İsviçre’yi fena anlatmamış ama... İsviçreli çocuklar, Türkiye’yi daha iyi anlatmış gibi geldi bana.
|