-'rencîde olur dîde-i huffaş ziyâdan'
Naipaul konusunda hesaplaşmanın zamanı geldi:
*Naipaul meselesi, 'Naipaul'u linç ediyorlar!' kampanyasıyla başladı; ve 'Hilmi Yavuz'u linç etme' kampanyasıyla sona erdi;
* Naipaul'a gösterilen hoşgörü, Hilmi Yavuz'a gösterilmedi;
*Hilmi Yavuz, Naipaul'a hakaret etmedi; Naipaul'un Müslümanlara hakaret ettiğini yazdı sadece.
Aksini öne sürenler düpedüz yalan söylüyorlardı. Batı medeniyeti dışında kalan ne varsa, her şeyden ve hepsinden tiksinen, patolojik bir vak'aydı Naipaul...
Naipaul'a düşünce özgürlüğü tanıyanlar, Hilmi Yavuz'dan düşünce özgürlüğünü esirgediklerinin farkında değil miydiler? Bal gibi farkındaydılar!
Şimdi, Hilmi Yavuz'u linç etme kampanyasının oyuncularını görelim:
1. Ard niyet okuyucuları:
A. Ard niyetimin ne olduğunu bilenler: Ahmet Hakan, Ruşen Çakır.
Bu iki oyuncu, Hilmi Yavuz'un Orhan Pamuk'a 'taktığını', Naipaul kampanyasını Orhan Pamuk'a vurmak ard niyetiyle başlattığını öne sürdüler.
B. Ard niyetin ne olduğunu bilmeyenler: Ömer Lekesiz.
Bu oyuncu Naipaul'un kimliğini sergilemekte benim gizli bir niyetimin olduğunu imâ etti. Orhan Pamuk'a 'takıntılı' olduğumu (!) bilmiyordu herhalde.
C. Bir yerlerden 'emir aldığımı' söyleyenler: İsmet Özel
Bu 'emri' nereden aldığımı söylemedi. Daha önce de bir münasebetle bu iddiasını tekrarlamıştı. NTV programında onu bu iddiasını ispata davet ettim; ispata gerek olmadığını söyledi.
Şimdi sorgulama sırası bende:
Ard niyet okuyucusu oyuncuları, konuyu Naipaul'dan Hilmi Yavuz'u linç kampanyasına çevirmek konusunda bir ard niyete mi sahiptiler? Ağız birliği etmişçesine 'çamur at, izi kalsın!' diye mi düşünmüşlerdi; bir yerlerden emir mi almışlardı; yoksa gizli bir niyetleri mi vardı?
Bu ard niyet okuyucuları, Naipaul'un, tekrar ediyorum, Batı medeniyeti dışında kalan her şeyden ve herkesten (elbette Müslümanlar da içinde olmak üzere) tiksindiği ve bu tiksintisini en galiz hakaret sözcükleriyle dile getirip getirmediğini tahkik etmek, yani Hilmi Yavuz'un doğruları söyleyip söylemediğini soruşturmak yerine (ki, mantıksal olan buydu!), Hilmi Yavuz'un niyetini tahkike kalkışmakla neyi amaçlıyorlardı? Bu, bir linç kampanyasının hazırlığı mıydı?
Oysa, ortada niyet sorgulamasını gerektiren bir durum yoktu. Şayet Naipaul hakkında Hilmi Yavuz'un söyledikleri doğru olmasaydı (-ki, bu kolayca tahkik edilebilirdi!), o takdirde bir ard niyet aranması makul ve meşru olabilir; 'Hilmi Yavuz Naipaul hakkında yalan şeyler yazdı. Niyeti neydi?' diye sorulabilirdi. Ama doğruyu söyleyende bir ard niyet arandığına ilk defa tanık oluyordum.
Hadi, diyelim ki, doğruyu söyleyenin ard niyetinden kuşkulanıldı. Bu ard niyeti ispat sorumluluğu, iddia sahibine düşmez miydi?
Bu durumda ben, ard niyet arayanların ard niyetlerinden şüphe etmekte haklı olmayacak mıydım?
2. Hakaretçiler:
A. Aslı Aydıntaşbaş.
Bu oyuncu Hilmi Yavuz'u [dinsel] 'hassasiyet faşizmi' ile suçladı. Ama onu bununla suçlarken, asıl Naipaul'un kendisinin bir 'hassasiyet faşisti' olduğunu hatırlamak istemedi bile... Oysa Naipaul, düpedüz 'Batı medeniyeti hassasiyeti faşizmi' yapıyordu...
Hilmi Yavuz, bir hassasiyet faşisti değildi; tam tersine, Naipaul gibi bir ırkçı, kolonyalist bir faşisti teşhir ediyordu.
Aslı Aydıntaşbaş bunu görmedi.
B. Ezgi Başaran:
Bu oyuncu, CNN Türk'te Mario Levi ile Hilmi Yavuz arasında geçen diyaloga atıfta bulunarak, Levi'nin 'Bu ülkede Hıristiyan ve Musevilere de ağır hakaretler edildiğini söylediğinde, Hilmi Yavuz'un 'siz de tepki gösterseydiniz!' cevabına tepki gösterdi. Oysa o programda Hıristiyanlara ve Musevilere yapılan hakaret değil, Müslümanlara yapılan hakaret konu ediliyordu. Ezgi Başaran'ın bu bağlamda Mario Levi'ye, 'madem öyle, siz şimdi niçin Naipaul'un Müslümanlara yaptığı hakaretlere tepki göstermiyorsunuz?' diye sorması gerekmez miydi?
Ezgi Başaran bunu sormadı.
3. 'Batı Ne Der'ciler:
A. Bülent Somay, Sedat Ergin.
Bu iki oyuncu, Naipaul'un Türkiye'ye gelmemesi durumunda, Batı'nın ne diyeceğinden kaygı duyarken, Naipaul'un Türkiye'ye gelmesi durumunda Müslümanların ne diyeceğinden kaygı duymayı akıllarına bile getirmediler. Somay ve Ergin için önemli olan Batılıların ne diyeceğiydi çünkü-, Müslümanların ne diyeceği değil!
B. Naipaul'u aklayanlar:
Nedim Gürsel, Eyüp Can.
Bu oyuncular, Naipaul'un değiştiğini, onu eski yazılarıyla yargılamanın yanlış olduğunu iddia ettiler (Bu, Naipaul'un, eskiden söyleyip yazdıklarının hakaret unsuru taşıdığının zımnen kabulü demekti!). Naipaul'un sadece teröristleri suçladığını söylediler. Yalandı!
Naipaul, Müslümanlardan özür mü dilemişti?
Özür dilememişse (-ki, dilememişti!), o zaman hafifletici sebepler aramanın anlamı neydi? Bir gizli niyetleri mi vardı?
C. Suimisal arayanlar:
Nazlı Ilıcak.
Bu oyuncu, NTV'deki programda, Naipaul'un söylediklerini 'şoke edici' bulmadığını; Türkiye'de laiklerin Müslümanlara Naipaul'dan çok daha ağır hakaretlerde bulunduklarını söyledi. Programı yöneten Ruşen Çakır, Nazlı Ilıcak'a, 'suimisalin emsal teşkil etmeyeceği' hükmünü hatırlatmalı değil miydi? Çakır, bunu yapmadı. Acaba niyeti neydi?
D. Bu Konuyu Hilmi Yavuz'a Hakaret için fırsat bilenler:
Rıza Zelyut, Alper Turgut, Cem Akaş.
Bu oyuncular, Hilmi Yavuz'a duydukları kin ve nefretlerini, fırsat bu fırsattır deyip onun şairliğine, yazarlığına en ağır biçimde hakaret ederek açığa vurdular.
Hiç kimse, 'Hilmi Yavuz ne yaptı da, bunca hakaretin muhatabı oldu?' diye sormadı. Hilmi Yavuz, linç edilmeliydi,-edildi de!
Evet, Hilmi Yavuz ne yapmıştı da, bunca hakaretle üzerine yürüyen bu oyuncular güruhunu kışkırtmıştı?
Yaptığı şuydu:
1. Naipaul'un kolonyalist, ırkçı ve İslam düşmanı tavrını serinkanlılıkla sergilemek;
2. Bunun Türk kamuoyuna duyurulmasının bir aydın sorumluluğu olduğuna inanmak;
3. Avrupa Yazarlar Parlamentosuna katılacak Türk yazarların Naipaul'la aynı masaya oturmayı 'içlerine sindirip sindirmedikleri'ni sormak;
4. 'Naipaul gelmesin!' istemezükçülüğünün sözcülüğünü yapmak değil, 'niçin başkasını değil de onu davet ettiniz?' diye sormak.
*Hilmi Yavuz'un düşündüğü, sivil bir protestoydu: Naipaul, konuşmaya başladığında Türk yazarların salonu sessizce ve topluca terk etmeleri...
*Ayrıca, Hilmi Yavuz, galiz hakaretlerin düşünce özgürlüğü bağlamında hoşgörüyle karşılanması gerektiğini de, bu vesile ile öğrenmiş oluyordu...
Hilmi Yavuz, şunu da yazmıştı:
Naipaul, bir turnusol kağıdı!
Her şey açığa çıktı işte...
Zihinleri sömürgeleşmiş aydınlar, Naipaul turnusolu ile açığa çıktılar!
Türkiye sömürge olmamıştı, ama Batılılaşma, bir Oryantalizm olarak zihinleri sömürgeleştirmişti! Yıllardır yazıp söylediğim de buydu zaten...
Son olarak bir itiraf:
Evet, bir yerlerden emir almıştım:
O emri veren, vicdanımdı...
Evet, gizli bir niyetim vardı:
Sömürgeleşmiş zihinli 'aydın'ları(?) açığa çıkarmak!
Bunda da başarılı oldum işte! Hepsi, sazan gibi, Hilmi Yavuz'un oltasına geldiler: Türk Naipaul'ları!
Birer, ikişer...
Not: Bu konuda erdemli ve yiğit duruş sergileyen Salih Tuna, Rasim Ozan Kütahyalı, Cezmi Ersöz ve Ali Bulaç kardeşlerime yürekten teşekkür ediyorum (H.Y.) [email protected]
|