|
|
|
İktidar-cemaat çelişkisine dair
Güngör KIZILBAĞ
[email protected] |
|
Emniyet müdürlerinden Hanefi Avcı’nın yazdığı bir kitap aslında yazılmamışları yazması açısından önem arz etmektedir. Kitapta öne sürülen iddialar, aslında muhafazakar kesimlerde ta ilk AKPARTİ iktidarından beri dillendirilen mülahazalardır. Fethullah Gülen pek çok konuşmasında, zaten devletin önemli ve kilit noktalarında konumlanmayı hedef olarak koymuştur. Ali Kırca’nın 28 Şubat sürecinde, büyük bir gazetecilik başarısı şeklinde lanse ederek bir TV kanalında servise sunduğu malum ve meşhur kasetlerden birinde de hoca efendi zaten bu amacını açıkça ifade ediyordu. Liseli yıllarımdan hiç unutmadığım bir anekdot şöyleydi: Nurcuların ileri gelen ağabeylerinden birisine Erbakan hareketini nasıl bulduğunu sorduğumda: “Onlar (Selametçiler) meclise girmeye çalışıyorlar, önemli olan meclise girmek değildir, önemli olan devletin önemli kurumlarındaki önemli görevleri, kilit noktaları ele geçirmektir. Bunları ele geçirmezsen Türkiye’de iktidar olamazsın. Hükümeti kursan bile, iktidar olamazsın. Onun için biz çok iyi insan yetiştirmeliyiz” demişti. Yıllar hep o nurcu ağabeyi haklı çıkarmıştı. Hele Erbakan hocayı hükümetten uzaklaştıran 28 Şubat olayı bu tezin doğruluğunu iyice ortaya koymuştur. Yani milletin oyunu almak yetmiyordu. Said Nursi’nin, şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınan söylemine rağmen, kendisine yapılan zulümlere bir tepki olarak, Demokrat partiyi desteklemesi de cemaatin siyasetle ilgisini zorunlu kılmaktaydı. Zaten doğal olan da budur. Cemaat içinden bazı kimselerin, ‘biz siyasetle ilgilenmeyiz’ gibi sözleri ise tamamen siyasidir.
87 yıllık Türkiye Cumhuriyeti’nde rejim sıkı bir şekilde sürekli askerin ve yargının vesayeti altındaydı. Siyasi partiler meclisin koridorlarını dolduran, sembolik olarak hükümeti kuran piyonlardı. Halktan oy alarak hükümeti kuran hiçbir parti iktidar olamazdı. CHP hariçti, ama o da halktan yeterli oy alamıyordu, hatta yeterli oyu alsa ve hükümeti kursa da yine vesayetten kurtulması neredeyse imkansızdı. Bazı CHP’liler Türkiye’nin kurucu partisi! olarak iktidar olabileceklerini vehmetseler de, bu vesayetin prangasından kurtulmaları imkansızdır. Sonuçta bu ülkedeki sistem çok basitti: parlamenter sistem şekil olarak işletilir, her an bir gerekçe ihdas edilerek, ya partiler kapatılır, ya da bir askeri darbeyle meclis kapatılır. Yargının görevi partiyi kapatmak, askerin görevi ise meclisi feshetmek. İkisi de dokunulmaz kurumlardır. En ufak eleştiriyi suç sayarlar. Bu ilginç demokratik cumhuriyet sistemi içerisinde, yargı ve ordu erki dışındaki hiçbir erkin büyüyüp gelişmesine izin verilmez, budanır, kesilir ve derhal sistemin dışına atılır. İşte bu kısır döngülü, tek tipçi vesayet rejimi yapı bozumuna uğramıştır. Emsalleri 1945-50 arası dünya siyasal arenasından tasfiye edilen bu siyasal sistem, Türkiye de ise, ancak 4 askeri darbeyle günümüze kadar yaşatılmıştır. Böyle bir sistemin içerisinde vücut bularak bugünlere gelen muhafazakar dini yapılanmalar ise zorunlu olarak, statükonun karşısında ama dışında olmayan bir siyasal zihniyete yönelmişlerdir. CHP’nin seçkinci, aydınlanma kılıklı tavrına karşı da muhafazakar, geleneksel değerlere saygılı, kendisini dışlamayan partileri tercih etmiştir. Bu bağlamda diğer cemaatler gibi Fethullah Hoca cemaati de Demokrat Parti çizgisinden gelen partileri tercih etmiştir. Bunun başka türlü olması imkansızdır. Hocaefendi’nin bir dönem Ecevit’le olan yakınlığı ise, Ecevit’in kendilerine karşı olan demokrat yaklaşımının neticesidir. 28 Şubatçıların şerrinden kurtulmak için de Ecevit dostluğu olumlu bir siyasetti. Ayrıca Ecevit Erbakan’la koalisyon kurarak vesayet rejiminde tabuları yıkmış önemli bir kişiydi. Sırf bu yüzden bir daha CHP’ye dönemedi ya. Cemaatin iktidarlarla ilişkileri her zaman pragmatik olmuştur.
Türk siyasal hayatında Demokrat parti çizgisinden gelen tüm partilerin cemaatlerle zorunlu olarak çok yakın ilişkileri olmuştur. Bu zorunluluğun tarihsel, teolojik, kültürel ve siyasal nedenleri vardır. Cemaatler, bu partileri rejimin ceberut yüzünün kendilerine yönelmemesi açısından bir frenleyici araç olarak görmüşlerdir. Bu partiler; rejimi yumuşatacak, esnetecek ve kendilerinin Kemalistler tarafından bozulan imajlarını düzeltmeye aracı olacaktı. Belki de bir gün yeniden şanlı! tarihte olduğu gibi hep beraber, kol kola dünyaya nizamat verilecekti. AKP iktidarı 28 Şubat post modern darbesinden halkın aldığı bir intikamdı. Yıllarca Demirel tarafından oyalanan cemaatler açısından AKP’ye biçilen misyon, kendilerini sürekli aşağılayan, ötekileştiren, irticacı diyerek 2. sınıf insan muamelesi yapan bu kendini beğenmiş rejimi değiştirmesiydi. AKP’nin sadece hükümet değil aynı zamanda iktidar olması gerekirdi. Cemaatler dışında AKP’ye oy veren vatandaşın derdi ise: AKP’nin koalisyon hükümetinin mahvettiği ekonomiyi rayına oturtması, Türkiye’ye bir istikrar getirmesi, değişen dünya koşullarına uygun demokratik hamleleri yapmasıydı.
Sonuç olarak, AKP iktidarı tüm ülkeye karşı sorumluluğu olan, çok önemli değişikliklere imza atan bir parti olarak, sadece bir cemaate yakın duramaz. Ya da bir cemaat AKP’ye diğer toplum kesimlerinden daha yakın olamaz. Bir siyasal parti hele de iktidarda ise, herkese eşit mesafede durmak zorundadır. Bir hükümetin inandırıcılığının, güvenilirliğinin ve adaletinin temel esası budur. AKP’yi bir cemaat ile manipüle etmek gibi bir senaryo hiçte mantıksız değil. Şöyle ki, AKP’ye oy veren ya da vermeyen insanlara şu dedirtilmek isteniyor olamaz mı: “AKP’ye oy verdiniz de ne oldu, oyu sizden alıyor, bir cemaatin güdümünde çalışıyor.” Cemaatte kendi düşünce ve eylemlerini sorgulamak zorundadır. Mesela, artık devletin önemli ve kilit yerlerindeki görevleri ele geçirmekte boş ve faydasız bir eylem değil midir? Devleti ele geçirsen ne olur ki, yeryüzünde 200’den fazla devlet var. Cemaatin, AKP iktidarını suiistimal ederek, oraya buraya adam atamak gibi işlerle uğraşmak yerine kendi inanç ve düşüncelerini yeniden akıl ve Kur’an ışığında muhasebe etmesi daha doğru olsa gerek. Rejim zaten değişiyor, bu zamanın ruhudur. Devlette değişiyor, küçülüyor, ergonomikleşiyor. Halkın hizmetinde ve halka ait bir kuruma dönüşüyor. Dolayısıyla devletin kilit noktası falan da kalmıyor. Şeffaf devlette kilit görev falan olmaz. Belki de en önemli kilit görev çöplerin toplanmasıdır.
Herkes en iyi bildiği işi yapmalıdır. Bu ülkenin hasretle değişim isteyen muhafazakar insanları AKP’ye oy verdi, cemaate değil. Hani günümüzde klasikleşen bir önerme var: Cemaat çok istiyorsa bir parti kursun da bakalım ne kadar oy alacak? Ayrıca bir soru: İktidarda olmayan bir AKPARTİ cemaat açısından ne anlam ifade eder?
|
|
30 Ağustos 2010 - 00:03:42 |
|
|
Dolar |
|
|
1.516
|
1.526
|
|
Euro |
|
|
1.921 |
1.937 |
|
Sterlin |
|
|
2.337 |
2.380 |
|
Altın |
|
|
60.25 |
60.63 |
|
IMKB |
|
|
59443 |
|
|