|
|
|
Star |
Ahmet KEKEÇ
|
27 Mayıs kokuları geliyor
|
|
|
Bugün |
Ali Atıf BİR
|
Yumurtalar süngümüz, şemsiyeler miğferimiz...
|
|
|
Zaman |
Ali BULAÇ
|
Yumurta fikir değildir
|
|
|
Yeni Akit |
Ali İhsan KARAHASANOĞLU
|
Baro Başkanı, “Kanunu görmezden gelin” derse!
|
|
|
Milliyet |
Aslı AYDINTAŞBAŞ
|
PKK cemaatten ne istiyor?
|
|
|
Vatan |
Can ATAKLI
|
Yumurta “darbeci” taş “demokrat” olamaz
|
|
|
Sabah |
Engin ARDIÇ
|
"Kemalist olmayan" sol nasıl üretilir?
|
|
|
Bugün |
Gülay GÖKTÜRK
|
Tarih tekerrür eder mi?
|
|
|
Yeni Şafak |
Hakan ALBAYRAK
|
"Hicaba Azadlıq"
|
|
|
Akşam |
İsmail KÜÇÜKKAYA
|
İstanbul polisi nerede hata yaptı?
|
|
|
Milliyet |
Mehveş EVİN
|
Gülen okulları Hollanda Meclisinde
|
|
|
Sabah |
Nazlı ILICAK
|
CHP kurultayına doğru
|
|
|
Star |
Şamil TAYYAR
|
“Tayyip bey haddini aştı”
|
|
|
Akşam |
Serdar AKİNAN
|
Piç kuruları
|
|
|
Millî Gazete |
Sinan BURHAN
|
Sünniler Kerbela'nın neresinde?
|
|
|
Radikal |
Tarhan ERDEM
|
Çarşaf liste, nereden nereye?
|
|
|
|
|
|
Köroğlu: Varoş estetiği
Lütfi BERGEN
[email protected] |
|
İçtimai ideallerle yaşayan gerçeklik arasında çatışma vuku bulmuşsa ahlâklılığını koruma endişesindeki insanların toplumun haklarını korumak adına ortaya çıkışları zorbalık/ eşkiyalık olarak tanımlanabilecektir. Ahlâki emir (imperatif), kişilerin ve çok çok da toplumun vicdanî mesuliyetini uyandırabilir. Yapma ve Yapmama emirleri vicdani yükümlülüğün ezikliğinden kurtulmak niyetiyle ortaya çıkabilir. Vicdanın yükümlülüklerini dindirmeye yönelik olmayan bir edim “ahlâk” haline gelemez. Beni vicdanımın yükümlü olduğu edimleri yapmaktan men eden bir icbar ile çatıştıran “ahlâk” ile beni her hal u kârda zorba olmaktan alıkoyan “ahlâk” aynıdır. Zarar görmek, zarar vermeyi meşru kılmaz.
Bu sözler varoşta yaşayan adamlar için bir “felsefe” halinde kavranacaktır. Varoş adamı, hakikati bulma arayışını çok da değerli saymaz. Şunu beyan etmeliyim ki kentin tekebbür ettiği noktadan varoş gibi “ruhu ezik” bir çarpılma da çıkacaktır. Varoşlar hiçbir zaman masum değildir. Bileşik kaplar misali; kent aleme ne kadar saldırgansa, varoş da o değin eli bıçaklıdır. Eğer dağdan kurtlar inmişse, kenttekiler kurda yiyecek bırakmadığındandır. Varoş hayranlığı, tribün amigoluğu değilse nedir? Hiçbir Peygamber varoştan çıkmamıştı. Adem Cennet’ten inmiştir ve bütün Peygamberler de O’nun masum, ahlâklı ve afif soyundan gelmiştir.
Peygamberler kenti reddediyorlardı. Musa (as), Firavun’un kentinde oturmayı reddetmişti. Çünkü şehir inşa etmek istiyordu. Fazıl bir şehir, içtimaileşmiş bir ahlak yaşamıdır.
Dolayısıyla içtimaileşmemiş bir ahlâk da ferdileşmek, küçük topluluklarca hayata geçirilmek mecburiyetinden başka bir yol tutamaz. Kendine çekilen ve toplumsal didişmelerin merkezinden kopan, manasını lokal/ yerel alanda hayata geçiren bir çekirdeğe avdet eder. Bu, toplumun maddi ve şehevi hırsları bakımından pek değersiz bir alanda yurt tutmaktır aslında. Nuh (as)’un yaptığı bundan ibaretti. Nuh(as)’un yaptığı ile Musa(as)’nın yaptığı arasında fark göremeyiz. Nuh’un teknolojisi denizi bilmeyen bir beldede “gemi” inşa etmekteydi. Hem de bu gemi buharlı idi. Musa’nın teknolojisi de denizi ikiye yaran bir bastondur. Dayandıkları şey, kenti terkeden bir söylemdi. Burada “söylem” kelimesini bilhassa kullandım. Çünkü Nuh (as) 950 sene halka “söylemişti”. Musa da Firavun’a “yumuşak” dille anlatmıştı. Demek ki İslam öncelikle eyleyen değil söyleyendir.
Ahlâk estetiğinin, “sahip olma estetiği” karşısında maddi unsurlar bakımından zaif bir duruşu gerçekleştirmesi kaçınılmaz. Ahlâkta ferdileşenler, çünkü toplumda yalnız kalanlar, maddi kazanımları bakımından zarar görmüşlerdir. Nitekim bu hikmeti bize öğreten de Hızır’dır. Hızır, korsanların ele geçirmesi tehlikesi karşısında ekmeği peşinde fakirlerin gemisini delmişti. Musa’nın haksızlığa karşı öfkesi, Hızır’ın hikmetinden zayıf bırakılmıştır. Hızır geminin tamamen elden çıkmasındansa mazlumları kurtaran zarara uğramasını tercih eden bir mücadele metodu öğretiyor: Ahlâk estetiği budur.
Eğer Kur’an’daki Hızır kıssasını modern çağlara tatbik edersek, sıkılı bir yumruğun mübelliğ olmaktan sapacağı gerçeği ile yüz yüze geliriz. Musa (as) zorbaya anlatmıştı. Davasını ispat etmişti. Kavga etseydi buna imkan bulamayacaktı.
Anadolu’daki tarihi de bu mecradan okuyan bir mütefekkir, farklı neticeler elde edebilir.
Ahlak estetiği ile sahip olma estetiği demiştik, buradan söyleyelim.
Bolu Bey’inin istediği tay ile, seyis Yusuf’un getirdiği tay estetik değerleri bakımından birbirinden kopuktur. Seyisin getirdiği tayı pek cılız bulan Bey, seyisinin kendisi ile alay ettiği algılamasına varmıştır. Yusuf’un gözleri millenir. Ruşen Ali (Köroğlu), bunun intikamını alacağına ahd edince, Yusuf o tayı ihtimamla yetiştirir. Kısrak iyi bir binit, cenkten korkmaz bir savaşçı, rüzgardan hızlı koşucu haline gelir. Kör bir seyisin yetiştirdiği at, Bey’in kalabalık ve güçlü adamlarını alt edebilecek kıvraklığa ulaşmakla, bilgi/ deneyim estetiğinin gücünü kanıtlar. Kayıtlardan Köroğlu’nun 1579- 1582 tarihlerinde ortaya çıktığı öğrenilebiliyor. Bu tarih Celali isyanlarını hazırlayan ortamla denk düşüyor. Bu nedenle Köroğlu ihkak-ı hak peşinde koşmayı meşru görüyor.
Ahlâk tasavvuru açısından bu hareketi değerli sayamayız. Çünkü bu hareket hem hakkın bizatihi zarara uğrayanca alınması adına topluma mesaj veriyor, hem de zarara uğrayanlar amaç dışı ideallere kayarak topluma yeni Bey- Zorba oluyor. “Ahlâk estetiği”, kimseye haklı bile olsa “hakkın zarara uğrayanca alınması” imkanını vermiyor. Ezilenler, egemenlerin bakış açılarını benimseyerek ahlâki tavrı geliştiremezler. Mazlumiyet ahlâkın yaşadığı bir toprağın varlığına şehadettir. Ne zaman ki ahlâki bir bakış, bir ahlâk estetiği gelişti, bu doğru ve haklı bir metodla savunuldu; o zaman ahlâkın bir ülkesi oldu. İntikam estetik olabilir, ama ahlâki olduğunu kimse iddia edemiyecektir.
|
|
10 Aralık 2010 - 00:50:59 |
|
|
Dolar |
|
|
1.497
|
1.507
|
|
Euro |
|
|
2.000 |
2.015 |
|
Sterlin |
|
|
2.352 |
2.400 |
|
Altın |
|
|
66.88 |
67.54 |
|
IMKB |
|
|
66380 |
|
|