|
|
Ahmet ASLAN
Bölgesel güç: Türkiye
|
|
|
|
|
İbrahim Tatlıses'in dokunulmazlığı kaldırılsın
Cüneyt ÖZDEMİR
|
|
'İbrahim Tatlıses gazeteci tehdit ederken kendisine dava açılmayacağından emin.'
Toplumsal bir cinnet tufanının ortasındayız. Şiddetin dili her yanımızı kuşatmış durumda. Bir zamanlar 3. sayfaya hapsedilen bu dil, köşelere hatta manşetlere taştı. Ünlü isimler tarafından da meşrulaştırılıyor. Böylesine gözler önünde yaşanan şiddet dalgası, tüm bir toplumu tsunami gibi altına almak üzere. Geçen günlerde küçük bir kız çocuğunu ‘küçük o...’ diye seven İbrahim Tatlıses, bunu eleştiren Habertürk yazarı Balçiçek İlter’i ‘kalemini kırmakla’ tehdit ederken bu yüzden pek bir fütursuz. Başına bir şey gelmeyeceğinden emin. Ne de olsa birilerini vurdurtup özgürce sahneye çıkabileceğiniz bir ülkede yaşıyoruz! Bunun fazlasıyla farkında. İşin kötüsü, biz de farkındayız. Türkiye’nin en ünlü türkücüsünün bir kadın köşe yazarını ölümle tehdit etmesi karşısında bırakın harekete geçmeyi, şaşırmıyoruz bile...
İbrahim Tatlıses böylesine bir mafya diliyle kadın gazeteciyi tehdit ederken hiçbir savcının kendisine dava açmayacağından, izleyicisinin azalmayacağından, hiçbir gücün içindeki o şiddet diline diş geçiremeyeceğinden gayet emin. Geçmişe baktığımızda ona bu dokunulmazlık zırhını bu ülkenin adalet ve şan şöhret sistemi bahşetti. Bizler de halay çekerek, el çırparak eşlik ettik. Lümpen bir şiddet diliyle donatılmış bu zırhı çıkaracak tek güç bu devlettir. Haydi itiraf edelim, var mı İbrahim Tatlıses’in bu tehditlerine soruşturma açtıracak, takip edecek bir İçişleriBakanı ya da Adalet Bakanı.
Yok ne yazık ki. Kimse ama hiç kimse böyle bir tehdide bile diş geçiremiyor.
Balçiçek, “Korkmadım” derken yalan söylüyor. Bal gibi korktu. Kim olsa korkar. Korkmakta yüzde yüz de haklı. Çünkü bu kurtların karşısında sahipsiz kuzular gibiyiz hepimiz. Hrant Dink’in güvercin tedirginliğini, naifliğini anlayacak bir dil yok karşımızda. Küçük çocukları ‘küçük o...’ diye seven bir dünya görüşünün gazabından ancak korkulur.
Ahmet Hakan’ın bildiği
Bunu bildiği için, Ahmet Hakan kendisini tehdit eden bir katilden korktuğunu doğru dürüst bir şekilde itiraf ediyor. Çünkü biliyor ki Mehmet Ali Ağca’nın Ahmet Hakan’ı tehdit etmesi sadece sözlerde kalacak masum bir eleştiri değil. İşin ucunda öldürülmek var. Şakası yok...
Peki bu tehditler karşısında bizi kim koruyacak? Var mı sahi orada sesimizi duyan biri?
Var mı?
Hayko’nun yumruğu
Öyle bir konser ki aslında Hayko’nun sizi yumruklaması geremkez, zaten dayak yemişe dönüyorsunuz. Ünlü rockçı cehenneme fon müziği olabilecek bir performans sergiliyor. Bir ara mikrofonu bırakıp bir izleyiciye yumruğu patlatıyor. İzleyiciyle nasıl bir gerginlik oldu anlamak imkânsız, zira o sırada Hayko Cepkin elindeki mikrofona doğru kükrüyor. Yanlış okumadınız, bildiğiniz kükremek işte... İnsanın zaman zaman çileden çıktığı anlar olmuyor değil; ama Hayko Cepkin gibi efendi görünüşlü bir sanatçının izleyiciyi yumruklamasını onaylamak mümkün değil. Politik doğruculuk adına söylediğimi düşünmeyin.
Aynı yolu izleyecek olsam, benim de her hafta kafamı attıran bir iki konuğumu stüdyoda dövmem gerekir. İzleyici ve konuk dövmek fevkalade sakıncalı. Zira sonu yok!
Hıncal ‘Abi’ ile polemik
Her köşe yazarı bunu tadacaktır. Bir kader gibi. Ne yazarsanız yazın bir noktada Hıncal Uluç üzerine alınacak ve size cevap verecektir. Önce biraz itişme, ağır sözler, sonra kendinize geldiğinizde bir de bakmışsınız siz de ‘Hıncal Abi’ klanına katılmışsınız. Mesele Hıncal’a saldırmanın dayanılmaz cazibesi değil, Hıncal’ın herkese saldırmasının dayanılmaz ağırlığı. Ortaköy’de arkadaşının kafesinde oturup cappicino içmeyi halka karışmak olarak pazarlayan bir Hıncal’a ne desem az gelecek. Her konuda anlaşmamız şart değil. Tüm basında şehircilik, mimari ve trafik konusuna kafasını takan şunun şurasında zaten iki kişiyiz. Daha çok yollarımız kesişir Hıncal Uluç ‘abi’ ile...
Bir domuza selam durmak
Fıkra olarak anlatsanız “Bu kadar da olmaz” diyeceğimiz olayların, sıradan hayat gerçekleri olarak önümüzden resmigeçit töreni yaptığı bir ülke burası. Sırf bu yüzden bile “Varlığım Türk varlığına armağan olsun!” Geçen gün Mardin’in kurtuluşu törenlerle kutlandı. Mardin’in aslında hiç işgal edilmediği ise törenlerden sonra anlaşıldı. Neyse ki Edirne gerçekten işgal edilmişti ki hak ettiği gibi bir kurtuluş günü tertip edildi. Bundan sonra yaşananlar ise bir avcı fıkrası olsa az gelir. Biliyorsunuz, bizde tören demek, rap rap adımlarla devletin önünden geçit töreni yapmak demektir. Edirneli avcılar bir gece önce ava çıkıp geçit töreninde marifetlerini sergilemek istemişler. Bir tilki, birkaç tavşan ve bir yaban domuzu vurup arabaların üzerine asıp devlet erkânının önünden geçit törenine katılmışlar. Fotoğraflar dehşet verici, o ayrı ama bir tuğgeneral (selam duruşunda), bir vali ve belediye başkanının bu geçit törenini ayakta izliyor olmaları daha da vahim. Gelin şu 3. dünya geleneği olarak geçit törenlerini tamamen kaldıralım. Daha önce de söyledim, bir kez daha altını çizeyim; bayramlarımızı, kurtuluş günlerimizi halkın devletin önünden geçtiği totaliter geçit törenlerinden kurtaralım. Sivilleştirelim. Sakil durmasını geçtim, artık komik oluyor.
|
|
27 Kasım 2010 - 10:11:51 |
|
|
Dolar |
|
|
1.500
|
1.510
|
|
Euro |
|
|
1.963 |
1.978 |
|
Sterlin |
|
|
2.314 |
2.355 |
|
Altın |
|
|
65.35 |
65.73 |
|
IMKB |
|
|
64072 |
|
|