Ahkâm kesmek, her zaman olduğundan daha zor. Wikileaks depremi sonrasında Türkiye’de ne olabileceğine dair kısa dönemde bazı öngörülerim var; ancak ben kendi adıma uzun vadede Wikileaks’in dünyayı nasıl değiştireceğini kestiremiyorum. Kuşkusuz her şey aynı kalmayacak. Evet, belki Wikileaks’te duyduğumuz hiçbir şey bizi şaşırtmadı. Fakat unutmayın; kadın, metresin varlığını bilmiyormuş gibi davransa da, günün birinde tesadüfen kuaförde yan yana düşüp adamın her ikisine de aynı mücevheri verdiğini anladığında, istese de istemese de o evlilikte yepyeni bir sayfa açmak zorunda. Hiç kuşkunuz olmasın, dünyadaki iktidar odaklarının da bütün saflık ve riyakârlıklarıyla çırılçıplak ortada kalması da, bu gezegendeki iktidar oyununa yeni kurallar getirecektir. Örneğin mümkün mü bütün bu ifşaatlardan sonra İran’ın nükleer programını hızlandırmaması ya da Amerikalılara “Yılanın başını kesin” diye fısıldayıp duran Suudilerden hesap sormaması. Ama biz gelelim Türkiye’ye...
ERDOĞAN SİYASETEN ALTINDA EZİLMİYOR: Wikileaks depreminin Türkiye ayağında öne çıkan gelişmeler, hükümetin şu an için kriptolardan dolayı büyük bir siyasi bedel ödemeyeceğini gösteriyor. (Henüz bütün belgeler açıklanmadığı için buraya ‘şu an için’ diye bir rezerv koyalım.) Kuşkusuz hükümet içinde başı yanacak isimler var. Ancak Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu’nun koltuğunu sarsan bir durum yok ortada. Tabii, belgelerde Erdoğan’ı acıtacak ifadeler yok değil; fakat olumlu ve olumsuz bütün tanımlamalar Türkiye ve dünyada Davos sonrası oluşan “Erdoğan mitolojisi”ni besleyen nitelikte.
YOLSUZLUK İDDİALARI HAVADA: Anlıyoruz ki Wikileaks’te çıkanlardan Başbakan’ın en rahatsız olduğu “İsviçre’de 8 banka hesabı” iddiası. Başbakan’ın dünkü sert açıklamaları, tanıdık bir Erdoğan üslubuyla taarruza geçerek medya ve diğer muhataplarının bu iddiaları yinelemesini imkânsız hale getireceğini gösteriyor. Erdoğan İsviçre’deki hesaplar meselesindeki sert tepkisinde haklı olabilir çünkü “Duyduk ki...” diye başlayan o telgraf, daha ziyade dedikodulardan oluşan bir Ankara potpurisi. (Hükümet bu tarz iddiaların Erdoğan’ın eski özel kalemi Turhan Çömez gibi daha sonra Ergenekon’dan yargılanan isimlerden çıktığı görüşünde.) Ancak yine de kamuoyunun dikkat etmesi lazım. İsviçre hesapları iddiasının doğru olmaması, Wikileaks’te dillendirilen her şeyin dedikodu, her iddianın asılsız olduğu anlamına gelmiyor. Erdoğan’ın son hışmı, anlaşılabilir bile olsa Wikileaks’te gerek yolsuzluklar, gerek diğer siyasi konularda ciddiye almamız gereken diğer bulguları gölgelememeli.
EDELMAN’DA KİŞİSELLEŞTİRME GAYRETİ: Bundan sonraki aşamada Başbakan Erdoğan ve diğer AK Partililerin meseleyi mahkemeye taşıması bekleniyor. “Allah aşkına başka bir ülkenin illegal yollarla sızan gizli belgesini hukuken nasıl mahkemeye taşırsınız?” diyeceksiniz. Gerçekte burada dava açarak kimsenin yol alması mümkün değil tabii. Nasıl ki Ermenistan’da biri çıkıp “Vay sizin gizli kırmızı kitabınızda bize şöyle böyle deniyor!” diye bir dava kazanamazsa, hükümetin bu çabaları da hukuken sonuçsuz kalacaktır. Ancak belli ki hükümet bu yolda kararlı ve doğrudan Amerika’ya dava açmaktansa, meseleyi kişiselleştirip en sert telgrafların altında imzası olan eski ABD Büyükelçisi Eric Edelman’a yönelecek. Hukuken burada da sonuç alınması mümkün değil. Zaten altında imzası olsa da o telgrafların çoğunu Edelman yazmamış; altında görev yapan John Kunstadter ya da Bob Deutch gibi diplomatların analizlerine paraf atmış. (Anladığım kadarıyla Başbakan’ı en sinirlendiren telgraflar uzun yıllar Ankara’da görev yapmış Siyasi Müsteşar Kunstander’in kaleminden çıkanlar.) Fakat yine de dava açılabilir çünkü belli ki burada asıl amaç davayı kazanmaktansa siyaseten bir mesaj vermek.
İman, yetmiş küsur derecedir. En üstünü “Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)” sözüdür, en düşük derecesi de rahatsız edici bir şeyi yoldan kaldırmaktır. Haya da imandandır. HZ. MUHAMMED (S.A.V.)