Ahmet Ümit’in enfes “İstanbul Hatırası” kitabını okuyanlar Haydarpaşa Garı’nın öyle tesadüfen filan yandığına inanmayacaklardır. Haklılar da… İstanbul’un tarihi dokusunu yok etmek bu kadar ucuz olmamalı. Gerçi ucuz olduğu söylemi tamamen benim iyimserliğim. Yoksa oraya bilmem kaç milyonluk bir “otel” yapılacağı ne zamandır konuşuluyordu. 1908 yılında İstanbul-Bağdat demiryolu hattının başlangıç istasyonu olarak inşa edilmişti bu bina. Abdülhamit döneminden kalma gar İstanbul’un nadide letafetlerinden biridir. Ancak tıpkı birçok tarihi mekânda olduğu gibi burası da vatandaşa çok görülmek isteniyor. Her kesimden insanın rahatlıkla havasını soluyabildiği Haydarpaşa Gar’ının tarihi binası monşerlere otel yapılmak isteniyor. Yani “sevgili halkım” bundan böyle bu zevkten mahrum kalacak.
Bilmiyorum belki paranoyakça bir yaklaşım olabilir ancak Haydarpaşa yangınının bir “sabotaj” olduğu konusunda derin endişelerim var. Herkesin mesai saati içinde olduğu gündüz vakti böylesine büyük bir yangının çıkıyor olması tesadüf olabilir mi? Şimdi birilerinin çıkıp: “Koskoca tarihe devlet sahip çıkamıyor, bize devredilsin hem işletelim hem sahip çıkalım” demesi filan mı gerekiyor acaba. Bakalım kendi ellerimizle kendi mirasımızı yok etmeye devam edecek miyiz? Bunu zaman gösterecek. Haydarpaşa otel olursa yazık olur…
* * *
WikiLeaks belgeleri gündeme bomba gibi düştü. İtalya Dışişleri Bakanı Frattini hadiseyi “Diplomasinin 11 Eylül’ü” olarak nitelendirse de ben “Pandoranın kutusu açıldı” diyorum. Birçok devlet ve devlet başkanı ile ilgili yazışmaların ve kişisel bilgilerin yer aldığı belgeler nasıl değerlendirilmeli? Öncelikle belgelerin sızdığı iddiası gerçeği yansıtmıyor. Belgeler Amerikan Dışişleri tarafından “kasıtlı” olarak sızdırılmış gibi... Amerika kendi niyetlerini dünyaya duyurmak ve istediği çeki düzeni sağlamak adına belgeleri sızdırmış olabilir.
Birçok farklı senaryo ortada duradursun aslında Amerikan diplomatların kaleminden çıkan bilgiler oldukça çarpıcı. Özellikle Türkiye ile ilgili kısımlarda açık bir Ahmet Davutoğlu ve “Neo Osmanlı” korkusu göze çarpıyor. Önemli olan bir başka husus belki de olası bir operasyonu meşrulaştırmak için “İran gerçekten dünyadaki en büyük tehdit” algısı yaratılmaya çalışılıyor. Ayrıca İran ile yapılan antlaşmaların Başbakanın arkadaşlarına yaraması, 2007 yılında askeri bir yetkilinin “İstesek darbe yaparız” sözleri bunlar yenilir yutulur cinsten şeyler değil.
İlginç bir nokta; Hakan Albayrak’ın yazdığı gibi demek ki bu “Neo Osmanlıcılık” ulusalcı kesimin iddia ettiği gibi bir Amerikan planı filan değilmiş. İkiyüzlü olan aslında belgelerde belirtildiği gibi Türkiye değil Türkiye ile alakalı farklı niyetler besleyen Amerika’ymış. Ayrıca başbakanın İsviçre de 8 ayrı hesabı olduğu da belgelerde geçen başka bir iddia belki de başbakanın bu konu ile ilgili de açıklama yapması gerekiyor.
Amerikan Dışişleri yine “işi şakaya vurarak” yüzsüzce “bunlar sıcak mesajlar dış siyaseti etkilemez” dedi. Belgelerde hakkında olumsuz hiçbir iddia olmayan üç ülkenin İsrail, Amerika ve İngiltere olması gerçekten şaşırtıcı değil mi? Hayır aslında hiç şaşırtıcı değil. Belgeler zaten bu üç ülkeye hizmet ediyor. Böyle ithamlarla devletlerin diplomatik krizlere gireceğini sanmıyorum. Zira zaten her devlet diğer devletlerin kendisi hakkında neler düşündüğünü gayet iyi biliyor. Bakalım dünya Amerika’nın oyununa gelecek mi?
İman, yetmiş küsur derecedir. En üstünü “Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)” sözüdür, en düşük derecesi de rahatsız edici bir şeyi yoldan kaldırmaktır. Haya da imandandır. HZ. MUHAMMED (S.A.V.)