|
|
 |
Hakkâri, medya sorumsuzluğu ve bize düşen…
Reha RUHAVİOĞLU
[email protected] |
|
Mayınların vicdanı yoktur. Hakkâri’deki hain patlamanın o minibüsteki masumların yanında hepimizin vicdanında yeşerttiği barış fidanını hedef aldığı aşikâr. Olaydan hemen sonra hükümetin örgütü, BDP’nin devleti suçlaması ve hükümet-BDP görüşmesinin iptal edilmesi bu patlamanın hedefine ulaştığını gösteriyordu. Allah’tan yanlıştan çabuk dönüldü ve görüşme gecikmeli de olsa gerçekleşti.
Görüşmenin (gecikmeli de olsa) gerçekleşmesi, Hakkâri faillerinin emellerini boşa çıkarmıştır. İşte tam da böyle zamanlarda ısrarla ve inatla görüşmelere devam edilmesi gerekiyor. Çok önemli bir görüşmeyi bir provokasyonla iptal edebileceklerini bilen “karanlık adamlar” geçmişte olduğu gibi her önemli görüşme öncesinde bir bomba patlatır ve bizler çözmeye çalıştığımız sorunun altında ezilir, o sorunla yaşamaya devam ederiz.
Oyunu bozmak, görüşme sözünü bozmamakla, bombaların müzakere masasını yıkmasına müsaade etmemekle mümkün olabilir. Duygusal refleksler akıllarıyla hareket etmesi gerekenlerin aklına ket vurmamalıdır.
Medyanın sorumsuzluğu
Daha ilk günden olayı örgüte yıkmak isteyenler akıllara olmadık taklalar attırdılar. Devletin ajansı “Derin PKK” diye bir iddia ile patlamayı Dr. Bahoz Erdal’a (Fehman Hüseyin) yıktı. Bu iddiaya göre örgüt içinde liderlik savaşı var ve bu savaşın taraflarından biri olan Dr. Bahoz Hakkâri’deki imamı da öldürten kişi…
Büyük bir gazete meseleyi çözmüş olmanın sarhoşluğunu manşetten yaşadı. Olay yerinde bulunan çantalar üzerinden BDP’yi vuran gazeteyi hem haberde imzası bulunan muhabir hem de haberin dayandırıldığı Hakkâri Emniyet Müdürlüğü yalanladı. (Haber, birkaç saat içinde yalanlanmasına rağmen aynı gün büyük-küçük onlarca haber sitesinde, akşam ana haber bültenlerinde ve ertesi gün büyük gazetelerde de yer aldı.)
Gazete -yalanlanan haberinde- BDP’lilerin teknik takibe takılan görüşmesinde “çantayı ne çıkarın” denildiğini yazarken, köylüler asker telsizinden “bir çantamız olay yerinde kaldı, hemen bulun” anonsunun geçtiğini iddia ediyordu.
Kime inanacağımızı şaşırdığımız bu olayda işin kolayına kaçıp “devlet ne derse ona inanırım” diyen duayenler de vardı. Garip olan şu ki; sözün sahibi devletin elinden çok çekmiş biri, yani devlete güvenilmemesi gerektiğini yaşayarak bilen birisiydi.
Bir başka iddia şöyleydi; bayram arifesinde Kara Kuvvetleri Komutanı’nın bizzat yönettiği operasyonda öldürülen 9 kişi Peyanis (Geçitli) köyünden örgüte katılmak için ayrılmışlardı ve onları köylüler ihbar etmişti. Örgüt de ihbar edenleri cezalandırmak için bu olayı gerçekleştirmişti. Ama gel gör ki öldürülen 9 PKK üyesinden hiçbiri Peyanisli değildi.
Bu menfur olayı örgüte yıkanların dayandığı nokta mayın düzeneğinin örgüt işine benziyor oluşu. Ama görmezden geldiğimiz başka bir nokta şu ki, olayın öncesi ve sonrası da devlet işine benziyor. Termal kameraların ve üç karakolun bulunduğu bir bölgede patlıyor mayın. Olay yerini gören nöbet yeri iki gün önce boşaltılıyor. Olaydan sonra hiçbir operasyon yapılmıyor. Bütün bunlar “şike karakol baskınları” öncesi ve sonrasına benzemiyor mu?
Dolayısıyla Öcalan’ın temkinli yaklaşımına kulak vermek gerekiyor. PKK veya devlet içinden birileri “barış müzakereleri”ni engellemek için provokasyon yapmış olabilir. Hatta bana sorarsanız örgüt ve devlet içinde kolkola olan bir kesimin ortak işi de olabilir. Ve eğer öyle ise failler -en azından kısa vadede- bulunamayacaktır.
Belki de bu yüzden, herkes failin bulunamayacağı konusunda hemfikir olduğundan çok emin bir şekilde olayı karşı tarafa yıkıyor. Devlet ağzıyla konuşanlar örgütü, örgüt ağzıyla konuşanlar devleti belki de bu yüzden çok rahat suçluyorlar.
Heyecanlı okurlar için peşinen söyleyeyim: Örgütün sempatizanı, avukatı falan değilim ama benzer olaylar konusunda sabıkaları birbirinden az olmayan örgütün ve devlet içindeki karanlık ellerin ikileminde safını peşinen belirlemek ve bu uğurda yalan haberler üretmek habercilik değil, yandaşlıktır ve yandaşlığın 12 Eylülcü, 28 Şubatçı, 27 Nisancı olanı ne ise şeksik-şüphesiz “ben devletin dediğine inanırım” haberciliği de aynıdır.
bize düşen…
AK Parti Diyarbakır Milletvekili Abdurrahman Kurt, “at izinin it izine karıştığını” söylüyor ve “eğer PKK sınır dışına çekilseydi bunu kimin yaptığı belli olurdu” diyor. Bu açıklama faili bulmak konusunda bahane değildir. Bence PKK sınır dışına da çekilmiş olsa, bugün “Hakkâri’de Kahrolsun PKK sloganları atıldı” şeklinde çarpıtma haberleri yapabilen medya o gün de böyle haberleri yapabilirdi, yapardı. (Not: bu haber de yalanlandı.)
Üstelik örgütün BM nezaretinde sınır dışına çekilme ve sonrasında silah bırakma önerisine hepimiz kulak tıkadık…
Bu kirli savaşta fail kim olursa olsun hep Zeynepler, Berivanlar yetim ve sakat kalıyor. Hep garibanlar ölüyor. ‘Ülkenin hiçbir kentine hiçbir cenazenin gitmemesi için’, ‘Failler bulunmazsa dönmeyeceğiz’ diyerek öz vatanını terk etme yoluna koyulmuş (BDP’lilerin ısrarı ile şimdilik vazgeçmiş olsalar da...) Peyanislilerin yarasını sarmak için hepimize düşen bir şeyler var.
Faili kim olursa olsun Hakkâri’de vuku bulan acı olay tünelden önceki son çıkıştır ve görülen o ki (geçici bir şaşkınlık yaşasalar bile) her iki taraf da bu olaya tav olmamıştır. Artık “barış tünelindeyiz”. İleride bir ışık görünüyor. Dileyelim de savaş tanrılarının tırının ışığı olmasın.
|
|
25 Eylül 2010 - 00:02:33 |
|
|

Dolar |
|
|
1.469
|
1.479
|
|
Euro |
|
|
1.977 |
1.992 |
|
Sterlin |
|
|
2.312 |
2.352 |
|
Altın |
|
|
61.45 |
61.95 |
|
IMKB |
|
|
63862 |
|
|