Evet, aynen bunu yapın... Şu “yaz sıcağı”nda, klimasız odalarda boncuk boncuk terlemeye ne lüzum var?.. Önünüzde bulunan “yığınla dosya” arasında boğulmaya, “mübaşir”e talimat verip, “sanık” veya “avukat” gelmiş mi, gelmemiş mi diye bağırtmaya ne gerek var?..
“Cüppe”ler içinde terden sırılsıklam olup, “Sanık vekili geldi, duruşmaya devam edildi” demenin ne gereği var?.. “Savcı” beye dönüp, “Mütalaanız nedir” diye sormanın, sonra da “Gereği düşünüldü” deyip “karar” açıklamanın, kısacası “adaletli bir hüküm” vermeye çalışmanın modası geçti artık...
Hem, sizler “tutukluluk” veya “tahliye” ya da “beraat” kararı verseniz ne önemi var ki?..
“Hakim” veya “savcı” olarak “duruşma”lara katılıp, “hüküm” açıklıyorsunuz da ne oluyor sanki?..
Hani, gazetelerde “zayi” ilânları yayınlanır ya; hani, o ilânlarda “Kimliğimi kaybettim, hükümsüzdür” denilir ya, sizler de “etkinliğinizi” kaybettiniz...
Dolayısıyla verdiğiniz her karar, artık “yok” hükmündedir, yani “hükümsüz”dür!..
Çünkü siz, “doğru karar” vermiyorsunuz!..
Çünkü siz, “adil” davranmıyorsunuz!..
Kısacası, siz bu işi bilmiyorsunuz!..
Bu işleri en iyi bilen “Yargıtay”dır!..
YEREL MAHKEMELERE LÜZUM YOK!
Baksanıza;
“Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner’in tutukluluğuna devam” dediniz de ne oldu?.. Hemen “Yargıtay girdi devreye ve “tahliyesine” karar verdi... Sadece o mu; bırakın “gözaltı”na alınmayı, bırakın “tutuklanmayı”, henüz “ifade” vermeye bile gitmeyen 3. Ordu Komutanı Saldıray Berk’i bile “tahliye” etti Yargıtay!..
Demek ki; sizler, yani yerel mahkemelerin yargıçları olan sizler, “yok hükmünde”siniz!..
Sizi takan yok!..
Kararınıza saygı gösteren yok!..
“Yargıtay’daki hakimler” demek istiyorlar ki;
“Ben sizin babanızım,
Ben ne dersem o olur!”
Ne yani, öyle olmadı mı?..
Daha dün, “görevini kötüye kullanmak”tan ve “Ergenekon Terör Örgütü’nün yöneticisi” olmaktan dolayı tutuklanan İlhan Cihaner tahliye edilmedi mi?..
Hem de, “göstere göstere” demediler mi;
“Şartsız tahliyesine!..”
Dahası, “işi sağlama almak” için; “Başka bir suçu olmadığına göre, derhal tahliye edin” diye de eklemediler mi?..
Dahanın da dahası; “tutukluluk” kararı veren hakimler hakkında “suç duyurusu”nda bulunmadılar mı?..
Bu kararın Türkçesi nedir?..
“Erzurum’daki hakim ve savcılar bu işi bilmiyor!.. Onlar adil karar vermiyor... Bu işi, en iyi Yargıtay bilir” demek değil midir?..
O halde, “adaleti tecelli ettirmek” için daha niye uğraşıyorsunuz ki?..
Çıkarın, içinde terlediğiniz “cüppe”lerinizi!..
Kürsüler üzerindeki “tokmak”ları atın!..
Bırakın “yığılmış dosya”ları!..
Kapatın “bilgisayar”larınızı!..
Tatile gönderin “mübaşir”leri ve “sekreter”leri!..
Çıkın “klimasız oda”lardan!..
Kilit vurun “mahkeme kapıları”na!..
Gönderin “dosya”ları Yargıtay’a!..
Bırakın “kim” hakkında “nasıl bir karar” vereceklerse, onlar versinler!..
“Tahliye” mi derler, “beraat”larına mı karar verirler, bırakın onlar desin, ne diyeceklerse!..
Nasıl olsa;
Sizin de bir hükmünüz yok, verdiğiniz kararların da!..
GÖNDERİN DOSYALARI YARGITAY’A!
Söyleyin Allah aşkına;
Mehmet Haberal gibi “sanık”lar hakkında verdiğiniz karardan dolayı “sanık” durumuna düşen, hatta ve hatta “1500’er lira tazminat ödemeye mahkûm olan” sizler değil misiniz?..
Biliyorum, şu anda; “Bu ne biçim adalet!” deyip isyan ediyorsunuz...
Hayır, isyan etmeyin, “Beşiktaş Adliyesi’ndeki hakim ve savcılar” ne yapıyorsa, siz de onu yapın!..
Beşiktaş Adliyesi’nde görevli 24 savcı ve 28 hakim öyle karar almışlar ya;
“Tutuklama” kararı vermelerini gerektiren tüm dosyaları Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’ne gönderip, soracaklarmış ya;
“Tutuklama kararı mı verelim,
Yoksa serbest mi bırakalım?”
Bence, “bütün hakim ve savcılar” bunu yapmalı!..
Ellerindeki bütün dosyaları Yargıtay’a göndermeliler ki, kararı Yargıtay versin!..
Öyle ya;
Nasıl olsa, Yargıtay, en iyisini biliyor!..
Kararı Yargıtay versin ki, yerel mahkemelerdeki hakim ve savcılar hem “refüze” olmazlar, hem de “sanık” konumuna düşüp, “tazminat cezası” ödemekten kurtulurlar!..
Bana kalırsa;
Sadece Beşiktaş Adliyesi’ndeki hakim ve savcılar değil, Silivri Adliyesi’ndeki hatta tüm Türkiye’deki hakim ve savcılar da aynısını yapmalı ve “Yargıtay’dan görüş” istemelidir;
“Ne yapalım?.. Yargıladığımız sanıkların tutukluluğunu devam mı ettirelim, yoksa tahliye mi edelim?!?”
Nasıl olsa, “adaletin çivisi” çıktı!..
Nasıl olsa; “hukukun gücü” değil, “gücün hukuku” işlemeye başladı!..
Hani, hep derdim ya;
“Kanun dediğin örümcek ağına benzer...
Bu örümcek ağını eşek arıları deler geçer, bal arıları takılır kalır”
Haklılığım, bir defa daha ortaya çıktı işte..
Mehmet Haberal, İlhan Cihaner ve Saldıray Berk, o kadar “güçlü”lermiş ki, ne “örümcek ağı” bıraktılar, ne “balıkçı ağı!”
Deldiler, geçtiler!..
Şu hâle bakın;
Mehmet Haberal adlı Ergenekon sanığı, daha “adliye yüzü” bile görmeden, yattığı “hastane”den avukatına talimat verip, kendisini “tahliye” etmeyen 9 hakim hakkında, “1500’er lira tazminat cezası” verdirdi!..
İlhan Cihaner’e gelince!..
Öyle bir kararla “tahliye” edildi ki, böyle bir kararın “dünya yargı tarihi”nde bir eşi-benzeri olmasa gerek!..
FOTOKOPİ, HANİ BELGE DEĞİLDİ?
Hatırlarsınız;
“AK Parti’yi devirmek, Gülen Cemaati’ni bitirmek” amacıyla hazırlanan “darbe plânı”nın altında “imzası” bulunan Albay Dursun Çiçek, 30 Haziran 2009 tarihinde tutuklanmıştı...
Ama, “aradan 24 saat bile geçmeden” tahliyesine karar verilip, cezaevinden çıkarılmıştı...
Niye?.. “Gerekçe” şuydu:
“O imza, ıslak değil!”
Başlamıştık tartışmaya;
“Islak mı, nemli mi?
Yaş mı, kuru mu?”
Günlerce, haftalarca ve hatta aylarca tartıştık...
Hatta Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, o plânın “kâğıt parçası” olduğunu bile söyledi!..
Öyle ya;
İddialara göre, o plân “orijinal” değil, bir "fotokopi" idi!.. Mahkemeler de "fotokopi üzerinden karar veremez"lerdi!.."Belgenin orijinali"nin bulunması şarttı!..
Uzatmayalım... "Adli Tıp"tı, "kriminal inceleme"ydi filan derken, o "imza"nın "Dursun Çiçek'in elinden çıkma" olduğu belgelendi ve Dursun Çiçek yeniden tutuklandı!
Şunu demeye çalışıyorum:
Dursun Çiçek olayında, hemen herkes "Fotokopi üzerinden karar verilemez" diye cayırtı koparırken, bakıyorum da, şimdi herkes dut yemiş bülbüle döndü!..
Susuyorlar... Susmasınlar da ne yapsınlar;
Yargıtay, dün "olmaz" denilen bir işi yapıp, "fotokopi" ve "CD'ler" üzerinden karar verdi!..
Ellerinde, "dosyanın orijinali" yok!..
Ama, Yargıtay için ne farkeder ki!..
Onlar, nasıl olsa vermişler kararlarını;
"İlhan Cihaner'i tahliye edecekler!"
"Dosyanın orijinali"ni filan beklemeye gerek görmeden, verdiler "tahliye" kararını!..
Hem de, "göstere göstere" verdiler!..
AKTAN'IN DEDİĞİ OLDU!
Ne yalan söyleyeyim;
"Böyle bir karar"ın verilmiş olması hiç sürpriz olmadı, beni hiç şaşırtmadı... Çünkü, bekliyordum!..
Zira, 19 Mayıs 2010 tarihli Vakit'in sürmanşetinde, "Cihaner'i kurtarma plânı"nı deşifre etmiştik... Yargıtay 8. Ceza Dairesi üyesi Hamdi Yaver Aktan ile Yargıtay 10. Hukuk Dairesi üyesi Fatih Arkan arasında geçen "telefon konuşması"nda, Aktan, diyordu ki; "Ersan Ülker'e dedim, 'Bunu yaparsan Yargıtay başkanısın'... Erzurum, 'Göndermiyorum' derse ne yapacaksınız? Fotokopi bile gönderme, birleştirme kararı ver. Fotokopi bile olsa, ben olsam birleştiririm, basarım tahliyeyi."
Bu "telefon konuşması"nı bilen birisi olarak, Yargıtay'ın dün verdiği karara hiç şaşırmadım...
Söyleyin hele, siz olsanız şaşırır mısınız?..
Demek oluyor ki;
"O plân tıkır tıkır işledi!"
Dursun Çiçek olayında "Fotokopi üzerinden karar verilmez" diyen yargı, İlhan Cihaner olayında; tıpkı "telefon konuşması"nda söylediği gibi, "fotokopi" üzerinden karar verdi ve bastı "tahliye"yi!..
Daha ne diyebilirim ki?..
Gayet açık ve net görülüyor işte!..
Kendisine "ulaşılamayan merkez"in ne kadar "güçlü" ve ne kadar "etkin" olduğunu bir defa daha gördük!..
BIRAKIN TERLEMEYİ!.. TATİLE ÇIKIN!
İşte bundan dolayı diyorum ki;
İsterlerse "özel yetkili hakim ve savcı" olsunlar; "yerel mahkeme"lerde görev yapan hakim ve savcılar, boşuna nefes tüketmesinler!.. "Adil karar" vermek için kılı kırk yarmalarına hiç gerek yok!..
"Mahkemelerin kapısı"na "kilit" vursunlar ve hep birlikte "tatil"e çıksınlar!..
"Dosyaları" da, göndersinler Yargıtay'a!..
Ne karar vereceklerse, onlar versinler!..
Hiç olmazsa "sanık" olmaktan, hiç olmazsa "mahkûm" olup da "tazminat cezası" ödemekten kurtulurlar!..
Sadece "siyasî" veya "terör" dâvâlarının dosyalarını değil, elinizin altındaki "cinayet" dâvâlarının, "hırsızlık" dâvâlarının, "gasp" dâvâlarının ve hatta "boşanma" dâvâlarının dosyalarını bile gönderin Yargıtay'a!..
Öyle ya; "boşanmalarına" karar verdiğiniz karı-koca, belki "etkin ve nüfuzlu" birileridir de, "şikayet" ediverirler sizi!..
Ondan sonra, ayıklayın pirincin taşını!..
Siz siz olun, sakın "risk" almayın!..
Gönderin dosyaları!.. Kapatın kapıları!..
Hiç durmayın, hemen tatile çıkın!..
Bırakın, kararları Yargıtay versin!..
===================
Saraylar büyüdükçe, devlet küçülüyor!
İspanya’ya gittiğimde, Granada şehrindeki Elhamra Sarayı’nı görüp, tarihçesini öğrendiğimde, şu kanaate varmıştım: “Demek ki; saraylar büyüdükçe, devlet küçülüyor!.. Ve sonunda yıkılıyor!”
Öyle ya; İspanya’da yüzyıllar boyu hüküm süren, “bilim ve sanat”ta dünyaya “öncülük” eden “Endülüs Medeniyeti”, ne zaman ki “saray”lara hapsolmuş, ne zaman ki halktan kopmuş, işte o zaman yıkılmış... Düşünün, Elhamra Sarayı’nın temeli 1232’de atılmış!.. “Saray’ın inşaatı” devam ederken 1236’da Kurtuba, 1248’de Sevilla, Hıristiyanların eline geçmiş!.. Daha sonra da, Granada kaybedilmiş ve Endülüs bitmiş!..
Elhamra’yı gezerken, Osmanlı’nın da aynı akıbeti yaşadığını düşündüm... “Saray bile denilmeyecek odalar”dan oluşan Topkapı Sarayı’ndan dünyayı yöneten Osmanlı; ne zaman ki “saray”lar inşa etmeye başlamış, işte o zaman “yıkım süreci” başlamış!..
Düşünüyorum da, galiba “Yargı”da da “yıkım süreci” başladı!..
Daha önce “apartmandan bozma” binalarda “adalet” dağıtmaya çalışan yargı için, şu anda “Adalet Sarayları” inşa ediliyor...
Peki, olmasın mı?.. Elbette olsun... Hakim ve savcılarımız, elbette “adam gibi binalar”da çalışsınlar!..