|
|
 |
Bisiklet ve tutku
NilgüN ŞAHSİ
[email protected] |
|
"Her akşam yatmadan önce Tanrı'ya bana bir bisiklet vermesi için dua ederdim. Bir gün Tanrı'nın çalışma tarzının bu olmadığını anladım. Ertesi gün gittim ve kendime bir bisiklet çaldım ve her akşam yatmadan önce Tanrıya günahlarımı affetmesi için dua ettim..."
İtalyan asıllı, Amerika’nın gelmiş geçmiş en ünlü mafya lideri Al Capone, içindeki bisiklet tutkusunu bu tarihi sözleriyle ifade etmiş.
Hatırlıyorum da çocukken iki kocaman hayalim vardı.
Birincisi, gökyüzüne salıncak kurmaktı.
İkincisi ise, gri ve direksiyon kolları aşağıya bakan bir yarış bisikletine sahip olmaktı. Çocukluğum boyunca bu gri bisiklete sahip olmak, gökyüzüne salıncak kurabilmekten daha da imkansızdı.
Al Capone kadar güçlü bir mafya lideri olamayacağım taa o zamandan belliymiş demek. Çünkü bu hayali, çalarak gerçekleştirmek aklımın ucundan bile geçmemişti. Fakat Al Capone’ den daha da hırslı olduğumu, hırs(s)ız olmamış olmam yeterince ifade etmiş olmalı.
Bense sadece dilemekle ve umut etmekle yetinmiştim.
Çünkü umut, inançlı insanın bir tür hayata tutunma yoludur. Özellikle hayattan koptuğunuzu düşündüğünüz anda, gökyüzünden sarkan mucizevi ve ilahi bir sarkaçtır.
Sokağımızın hayırsever Kadir Abi’sinden her Allah’ın günü yüzsüz bir utangaçlıkla (o da nasıl oluyorsa artık) isteyip durduğum bisikletle, akşam nasıl olur bilemezdim. Bu sayede ilk gençlik yıllarımda düşe kalka, vücudumda morarmadık yer bırakmama pahasına bisiklet kullanmanın keyfini doya doya çıkardığımı düşünüyorum.
Çocukken maddi sorunlardan kaynaklı imkansızlık, büyüyüp imkanlar sağlandığında yerini başka imkansızlıklara çoktan bırakmıştı.
Yaşadığınız şehrin dar kalıplarına isteseniz de, istemeseniz de boyun eğmek zorundada kalıyorsunuz. Şartlar bir tür kendi fıkhını oluşturuyor nitekim. Şayet şehirde (hele de kasabayı andıran bir yapıdaysa), kimse bisiklet kullanmıyorsa (özellikle kadınlar)doğal olarak kültürün belirlediği şehrin planlanmasında bisiklet parkuru da yoksa, tabuları yıkmaya çalıştığınızda ise huzurun h’ sinden eser kalmayacağının da farkındaysanız, geriye kalan sadece yazmaktır…
Yazmak ve yaşamak arasında sıkı bir bağ olduğuna yürekten inanırım çünkü.
Bisiklete binmenin özgürlüğün bir başka resmi olduğunu iddia etsem beni ancak bisiklet tutkunları anlayacaktır. Kimilerine göre bisikletçi dünyanın en saf insanıdır. Çünkü binicisi, bisikletin kendisini taşıdığına inanır. Ama bir de bisikletin tadını bilenlere sorun siz bunun dayanılmaz hafifliğini. Bu bir tutkudur çünkü. Tutkunun da mantığını şu ana dek ne gören olmuştur, ne de duyan.
Zaman zaman rüyalarımı süsler benim bisiklet sevdası. Rüyalara pek itibar etmem ama, söz konusu bisiklet olunca her kadın gibi dayanamayıp aldım elime bir gün rüya tabirleri kitabını.
“Rüyada bisiklete bindiğini gören kimse, kendi çabasıyla sorunlarının üstesinden gelecektir.” İşte kadın olmayı sevdiğim nadir anlardan biri daha. İnandım gitti. Düşünüyorum da acaba rüyamda sık sık bisiklete binmeme mi borçluydum gerçekteki sorun-çözüm ilişkimi, yoksa hayatla olan boğuşmamın her daim galibi olmamdan mıydı bu ezberimsi rüyalar? Emin olduğum tek şey var ki, o da felsefenin insanı çok yorduğu. Geçelim.
Ama benim asıl görmek istediğim rüya başka. Bir bisiklete atlayıp ülkemi karış karış gezmek ve öncelikle şehir efsanelerini adım başı dinlemek, sonra da dinlediklerimi kalemle dillendirmek. Bir Türk kadını olarak bunu başarmam ne kadar veya ne zaman mümkün, ayrı bir yazı değil yazı dizisi konusu pek tabii. Belki de o gün, gökyüzüne salıncak kurabildiğim gündür!
Bir tevatüre göre hayal ile gerçeği siz istemediğiniz müddetçe beyniniz ayırt edemezmiş. Bu tarz araştırma sonuçlarına oldum olası bayılmışımdır. Belki işime geldiğinden, belki içime sindiğinden. Ve hemen gözlerimi kapatıp çocukluk hayallerimin baş tacı gri yarış bisikletime atlayıp yollara düşüyorum.
Kan ter içinde, bacaklarım titreyene dek sürüyorum bisikletimi. Ve bir bakmışım şehrin zirvesindeyim. Tepedeki yıllanmış çınar ağacı anne kucağı gibi bağrına basıyor beni. Az soluklanıp, tepeden çevreyi kolaçan ediyorum. Güneş batmak üzere. Karadeniz, altından bir tepsiyi sinesine çekmeye hazırlanıyor. Bütün şehir ayaklarımın altında.
Aman Allahım! Ne kadar da yakınım gökyüzüne ve Sana. Herkes ve her şey ne kadar da küçük! Herşeyle beraber tüm sorunlar da küçülüyor gözümde.
Şehrin evlerini, birer birer yanmaya başlayan ışıklarından zar zor seçebiliyorum.Ne hikayeler yaşanıyordur acaba o evlerde. Her hanede kimbilir ne mutluluklar, ne hüzünler, ne matemler, ne tutsaklıklar, ne aşklar, ne çaresizlikler, ne ihanetler, ne nefretler, ne hayaller ve de ne umutlar vardır.
Kapılarını çalsam rastgele, “Anlatır mısınız bana en yakası açılmamış masallarınızı?” desem, önce yüzüme bel bel bakıp, sonra da “Deli mi ne?” mi derler, yoksa bu şehir bedevisini sorgusuz sualsiz içeri mi buyur ederler?
“İşte özgürlük!” diyorum sonra kendi kendime. Bütün çaresizlikler de o rakımın altında kalıyor o an.
“Ey şehir halkı!!” diye nara atasım geliyor. “Peşinden koştuğunuz şey nedir?”
Ve ses bana geri dönüyor yankılanarak. Suya atılan bir çakıl taşı misali dalga dalga yayılıyor bu soru ruhuma.
Usüldendir deyip cevap veriyorum:
Bencesi özgürlükkk!!
Bencesi umuttt!!
Bencesi mutluluk!!
|
|
19 Haziran 2010 - 00:01:29 |
|
|

Dolar |
|
|
1.548
|
1.558
|
|
Euro |
|
|
1.915 |
1.933 |
|
Sterlin |
|
|
2.286 |
2.335 |
|
Altın |
|
|
61.73 |
62.60 |
|
IMKB |
|
|
56403 |
|
|