|
|
 |
Empati yapmak
Fahrettin DAĞLI
[email protected] |
|
Bu gün konuştuğumuz konuların çoğunu 1990 ve 2000’li yılların ortalarına kadar konuşamıyorduk. Konuşsak da kuşdiliyle konuşuyorduk. Konuştuğumuz zaman da neyle suçlanacağımızı veya kimlere nispet edileceğimizi kestiremez; birilerine göre ülke, vatan, millet için tehlikeli bir unsur olup boynunuza bir suçlu tabelası asılabilirdi.
O günlerden bu güne çok önemli değişimlerin olduğunu inkâr etmek hakkı ket etmek olur.
Peki, neler değişti?
Öncelikle düşünceyi açıklama özgürlüğü anlamında önemli bir rahatlama meydana geldi.
Son gelişmelerden sonra yapılacak bir takım yasal tadilatlar neticesinde; insanlar fikirlerini hiçbir kınayıcının ve suçlayıcının kınamasından ve suçlamasından çekinmeyerek toplum içerisinde açıklayabilecekler ve savunabilecekler. Bu insanımız için önemli bir kazanımdır.
En kötü şey: “Acaba düşündüklerimi, fikir ettiklerimi açıklarsam, savunursam birileri beni bir şeylerle aynı kategoriye koyup, peşinen potansiyel bir tehlike ve zararlı adam ilan edebilir mi?”sorusunun insanın aklını sürekli meşgul etmesidir.
Geçmişte bu oldu mu? Olmadığını savunacak bir babayiğit var mı?
1990’lı yıllarda bütün kahırlığı ile yaşatılan, bir daha geri gelmemesi için dua ettiğimiz o netameli yıllar. O yıllarda yetişkin bir insan olarak yaşadığımız zulümler.
İnsanoğlunun yaşayabileceği en büyük zulümlerden birisi de; doğru bildiği, emin olduğu bir hususu, korkuları ve endişeleri nedeniyle açıklayamaması, bilerek yanlışların dilini kullanmasıdır.
Malum yıllarda, bırakınız bir meseleyi dikkatle ve özenle açıklamanız, kelimelerini telaffuz etmeniz bile sizin potansiyel bir suçlu ve zararlı bir insan olmanız için yeterliydi.
Malum konuların en önemlisi de Kürt meselesi konusunda kopartılan fırtınalardı.
Bırakınız şoven milliyetçilerin yanında, muhafazakâr İslami çevrelerde bile bu meselenin müzakere edilmesi yürek isterdi. Bu ülkede Kürt diye bir kavmin yaşamadığını, hatta olmadığını savunanların olduğu bir ortamda neyi konuşabilirdik;
-Kürt denilen bir kavmin bulunduğunu mu?
-Rejimin zülüm, baskı ve tehditlerini mi?
-Ergenekon veya o günkü tabirle derin devletin operasyonlarını mı?
-Köy yakma ve boşaltmalarını mı?
-Malum örgüte karşı mücadele eden güçlerin bölgedeki akçalı ilişkilerini mi?
-Bölge halkına karşı savaş açmış hizbi-şeytan’ın cinnetlerini mi?
-Seküler anlayışın dayatmalarını mı?
Bunları uzattıkça uzatabiliriz. Zulmün nevi bir değil ki.
Evet kelimenin tam anlamı ile o dönemde bunları konuşmak değil, meseleyi çağrıştırır kelimelerini kullanmak bile sizi potansiyel bir örgüt sempatizanı veya elamanı hâline getirebilirdi. Birileri de durumdan vazife çıkararak, sizi temizleyebilirdi.
1990’lı yılların başında yaşadığım bir anekdotu paylaşayım;
Muhafazakâr anlayışa sahip bir siyasal partinin tertip ettiği bir panelde, yine milliyetçi ve muhafazakâr bir yazarın konuşması esnasında; Türkiye de yaşayan tüm Kürtlerin potansiyel birer PKK’lı olduğunu, söylemesi üzerine; oturum başkanına gönderdiğimiz bir notta; sayın konuşmacının bu söylemi ile bu salonda bulunan Kürt kökenli kardeşlerimizi töhmet altında tuttuğunu ve bunu tashih etmesini rica etmemize rağmen, bir özür dilenmediği gibi konuşmacı haklı görüldü. Daha önemlisi de, salonda bulunan yüzlerce dinleyici arasında üçüncü bir itirazcının bulunmaması idi. Sanki sessizlikleri ile konuşulanı tasdik ediyorlardı.
Bu olay tek başına gelecek ile ilgili ümitlerin zayıflamasını ve yitirilmesini tetikledi.
Evet bu dönemde Türkler Kürt kardeşleri adına yeterince empati yapamadılar?
Nasıl yapsınlar ki?
Çünkü onların Anneleri ve babaları Türkçeyi bilmediklerinden dolayı hükümet kapısında, hastane kapısında zorluk yaşamadılar.
Konuştukları dilleri nedeniyle kimseler tarafından hakir görülmediler.
Tek kanallı haber iletişimi nedeniyle bölgede vuku bulan onca insanlık dışı uygulamayı duymadılar veya duyduklarına inanmadılar.
O gün için belki de en çok muhafazakar ve İslami kesimden beklenirdi bu empati. Ne yazık ki; bizim cenahımızdan ziyade bu empatiyi o dönemde kısmen sol cenah, sınıfsal mücadele konsepti ile yapmıştı.
Bu günümüze gelelim, şimdi de diyorum ki; ey Kürtler; dün bulamadığınız, mahrum kaldığınız empatiyi bu gün Türk kardeşlerinize siz gösterin.
Evet bu gün için empati Kürtlerden bekleniyor.
Dün için sıraladığımız çoğu şeyin iletişim vasıtalarının gelişme trendi, hükümetin sağlamaya çalıştığı güven ortamı, Ergenekon ve benzeri derin yapılanmaların deşifre edilmesi ile birlikte değiştiğini, Kürt meselesi konusunda, Ulasalcılaşan sola karşın Türk Muhafazakarların, İslami çevrelerin bu konuda empati yaptıklarını görmemek için kör ve vicdandan mahrum olmak gerekir.
Bu mesele ile ilgili olarak devrim sayılabilecek nitelikte bir vicdan, anlayış ve idrak yenilemesi olmasına rağmen bu sefer Kürtlerin şahin kesiminin sertleşmesi, hesap sorması, kıvamı oluşmayan taleplerde bulunmasını ya kötü niyet veya yeterince empati yapmamalarına bağlıyorum.
Bebeği prematüre doğurtmak için adeta telaş içerisinde olanlara sesleniyorum; doğudan doğan güneşin ziyaları batı yakasını yeterince aydınlatamıyor olabilir.
Onun için biraz anlayış, biraz sabır, biraz empati lütfen.
|
|
21 Eylül 2010 - 00:00:26 |
|
|

Dolar |
|
|
1.475
|
1.485
|
|
Euro |
|
|
1.982 |
1.997 |
|
Sterlin |
|
|
2.310 |
2.350 |
|
Altın |
|
|
61.73 |
62.28 |
|
IMKB |
|
|
63862 |
|
|