|
|
 |
Üçe bölünme yok, 'akıl tutulması' var
Cengiz ÇANDAR
[email protected] |
|
Referandum sonucu, kendisini ‘yenilmiş’ ve ‘yanılmış’ sayan çevrelerde çoktandır var olan ‘akıl tutulması’nı derinleştirmişe benziyor. Kamuoyunu yönlendirmek ve ülkeye nizamat vermek için yıllardır ekranları ve özellikle ‘amiral gemisi’nin kaptan köşkü ile güvertesini kaplayan bu ‘Türkiye konusunda
sürekli yanılanlar ekibi’ birkaç gündür ‘sosyolog’ kesilerek Türkiye’nin üçe bölündüğünden dem vurmaya başladılar.
1. ‘Evet’lerin baskın çıktığı eğitimsiz Anadolu (kara) Türkiyesi;
2. ‘Hayır’ların baskın çıktığı eğitimli Ege-Akdeniz kıyı Türkiyesi;
3. Boykotun damgasını vurduğu Güneydoğu’nun Kürt Türkiyesi.
‘Yenilmişler-yanılmışlar ekibi’nin kerameti kendinden menkul ‘sosyolojik analizi’ kabaca böyle. Tabii, buradan kendilerince siyasi sonuçlar da üretiyorlar.
İlk kez yanılmış olsalar neyse. Her seçimde, Türkiye’nin her büyük dönemeç noktasında yanıldılar. Türkiye’nin 2007 cumhurbaşkanlık krizinde yanıldılar, 22 Temmuz 2007 seçimlerinde yanıldılar. Yine yanıldılar. Hep yanıldılar. Hep yanılacaklar.
Türkiye’nin değişimini göremedikleri, varoluş nedenlerini ne kadar itiraz ederlerse etsinler- ‘askeri vesayet rejimi’ne bağladıkları, çöken ve çatırdayan tam da bu rejim olduğu için yanıldılar. Televizyon ekranlarını bunlar kapsamaya devam etse de ‘zihniyet ekranları’nda Türkiye halkı bulunmadığı için yanıldılar. Gerçeklerle bağlarını tamir edilemeyecek şekilde kopardıkları, yaşam tarzları dedikleri zihinleri ve vicdanlarını kör eden alışkanlıklarından kurtulamayacak oldukları için yanılmaya devam edecekler.
Televizyon ekranlarını ve ‘amiral gemisi’ ile peşindeki filotillanın birinci mevkilerini bunların doldurmasında hiçbir sakınca yok. Çünkü bunları dinleyen, dediklerine uyan yok. Öyle olsaydı, yıllardır bunlar ne yöne gidiyorsa halk başka yöne gider miydi?
***
Türkiye’nin üçe bölündüğü falan yok. Dünyanın neresinde olursa olsun, ülkenin gidiş doğrultusunu belirleyecek, yaşamsal önemde bir halkoylaması yüzde 58-42’lik bir sonuç veriyorsa o ülkede tam tersine ‘birlik’ söz konusudur.
Tekrar edelim: ‘Evet’ ile ‘Hayır’ arasında kocaman bir 6 milyonluk fark var. 6 milyon, Türkiye’nin çevresindeki birçok ülkenin toplam nüfusundan daha fazla.
‘Hayır’ı neredeyse varoluş-yokoluş meselesine dönüştürerek yapılan ateşli kampanyaya rağmen, ortaya çıkan yüzde 58’lik net ve kuvvetli çoğunluğun içinde 42’ye katılacak olan yok ama 42’nin içinde 58’e katılacak olan çok var.
Bu halkoylaması seçim olsa ne olacaktı biliyor musunuz?
Referandum sonucunu neredeyse birebir kesin isabetle tutturmuş olan aynı kamuoyu araştırmalarında, CHP’nin oyunun tavanı yüzde 24’te, MHP ise baraj altında, yüzde 9.
Seçim çok uzakta değil. Referandum sonucunun ivmesiyle AK Parti akla gelmez hatalar yapmadığı takdirde, bu rakamlardan ters yönde dramatik bir fışkırma da beklenemez.
Bir ülke ‘statüko’ temsilcilerinin, düzenli ve sürekli bir gerileme gösterdiği; ülkede ‘değişim’ isteğinin diri kaldığı ve o yönde ilerlediği hiçbir durumda bölünmez. Tam tersine, referandum sonucu, Türkiye’nin üçe bölündüğüne değil, hep birlikte değişime doğru ilerlemek istediğine işaret ediyor.
Birkaç istisnası dışında, ‘hayır’ fazla çıkan illerde, ‘evet’ ile ‘hayır’ oyları birbirlerine pek yakın. ‘Evet’in fazla çıktığı birçok ilde, ‘hayır’ oyları ‘evet’ oranlarının yanına yaklaşamıyor.
Hal böyle olunca, ülke çapında ‘üçe bölünme’den söz edebilir miyiz?
Söz konusu olan, Türkiye’nin
‘üçe bölünmesi’ değil, ‘bizim mahalle’ sakinlerinin bir bölümünde söz konusu olan ‘akıl tutulması’nın bir kez daha depreşmiş olmasıdır.
***
Peki, Güneydoğu’da BDP boykotunun tutmasına ne demeli?
Boykotun yüzde 50’nin üzerine tırmandığı iller, Kürt çoğunluğunun yaşadığı illerin yarısından fazla değil. Bununla birlikte, BDP’nin seçmen tabanı üzerinde esaslı bir disiplin sağladığı ve ‘temsil gücü’nü ortaya koyduğu da bir gerçek.
Ancak, bizim gibiler, BDP’nin ‘temsil gücü’nü hep vurguladılar, ‘çözüme katkı yapacak görüşme tarafı’ kılınması için iktidar partisine çağrıda bulunmakla kalmadılar, iktidar partisinin bu konuda ayak sürümesini hep eleştirdiler.
BDP’nin ‘boykot’ ile ortaya koyduğu güç, bu konuda zaten sahip bulunduğumuz görüşleri değiştirmedi. Teyit etmiş oldu.
Bununla birlikte, BDP’nin ‘boykot’ tavrının 6 milyonluk bir ‘evet’ farkı ortaya çıkaran referanduma etkisinin hiç olmadığı da bir başka gerçek.
Kürt sağduyusunun namuslu ve yürekli sesi olarak son döneme damgasını vuran Orhan Miroğlu ‘Referandumun gösterdiği’ başlıklı yazısında bakın bu konuda ne yazdı:
“... Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi iklimi hesaba kattığınızda, Kürt seçmenin boykot yönünde davranmış olması, Kürt siyasetine bir şey kazandırmamıştır.
BDP’nin 12 Eylül Anayasası’nın oylandığı ve aslında Kürt sorununda kalıcı çözümün de belirleyici oranda bu sonuca göre gündeme geleceği bir süreçte; siyasi gücünü ispata yarayan bir politika izlemesi, BDP’nin Türkiye’ye dönük yüzünü güçlendirmemiş, tersine zayıflatmıştır.”
BDP’nin “Türkiye’ye dönük yüzünü” güçlendirmesi için 20 Eylül’de süresi dolacak olan PKK ateşkesinin süresiz, kalıcı hale dönüşmesi için aksi yönde ortaya çıkacak her bahaneye rağmen- açık bir tavır geliştirmesi gerekli.
Operasyonlar, evet durmalı. Ama devam ediyorsa, bunun adı operasyondan ziyade provokasyondur. BDP, bu tuzağa niçin düşsün ki?
Türkiye’nin değişim yönünde birlikte yürüyüşünü tehdit eden ve bu arada Kürt sorununun çözüm girişimlerinin önüne dikilecek olan tek şey, 21 Eylül’den itibaren çatışmaların başlatılması ve oluk gibi kan dökülmesi ihtimalidir.
Bunu önlemek için ne yapılmalı? Yarına...
|
|
17 Eylül 2010 - 10:21:32 |
|
|

Dolar |
|
|
1.492
|
1.502
|
|
Euro |
|
|
1.944 |
1.959 |
|
Sterlin |
|
|
2.316 |
2.360 |
|
Altın |
|
|
61.45 |
61.89 |
|
IMKB |
|
|
63862 |
|
|