Ülkemizin yetiştirdiği ender sanatkârlardan olan Abdullah Kars’ın, İzmir’in Torbalı ilçesinde yaşadığını biliyor muydunuz? Birçoğumuzun tanıdığını sandığım Abdullah Kars, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu. Ankara Devlet Konservatuarı’nda tiyatro eğitimi de almış. Tiyatroya, üniversite yıllarında başlamış. Cumhuriyet Dönemi Türk Tiyatrosu’nun duayenlerinden olan bu sanatçımız, şahsına münhasır olarak geliştirdiği tiyatro ve sahne tekniği ile Türkiye’de millî, muhafazakâr ve inanç değerlerine bağlı tiyatro alanında bir çığır açmıştır. Bugünkü muhafazakâr yapılanmanın oluşmasında onun payı büyüktür. O, halkın gönlünde yer etmiş bir sanatkâr, bir gönül insanı, bir halk kahramanı, bir toplum mimarıdır.
Ankara Devlet Tiyatro’sundaki oyununu izleyen ve çok beğenen Necip Fazıl Kısakürek ile tanışmasını şöyle anlatıyor: “Üstat, salonu dolduran kalabalığı görünce oyunumu izlemeye karar vermiş. İzledi. Oyunun ardından beni çağırdı. Memleketimi sordu. ‘Maraşlıyım.’ dedim. ‘Zaten böylesi Maraş'tan çıkar.’ dedi ve beni yanına oturttu. Bana ‘Sen abanoz kütüğüsün. Abanoz ağacından (nakkaşenin elinde) mihrap, minber olur. Seni de işlemek için nakkaşe lazım. O nakkaşe de ben olacağım.’ dedi. O gün kendisinden Yunus Emre’yi yazmasını istedim. En kısa sürede yazıp bana teslim edeceğini söyledi. Uzun süre beni aramadı. Tekirdağ’da, Hz. Ömer'in Adaleti’ni oynarken üstattan bir telefon aldım. Üstat, telefonda, Yunus Emre oyununu yazdığını söyledi. ‘Piyesi Neslihan’a okudum, ağlamaktan gözpınarları kurudu. Gel eseri al.’ dedi. O gece benim için bir türlü sabah olmadı. Ertesi sabah erkenden arkadaşlarımla Erenköy’deki köşke gidip eseri aldım.” Üstadın takdirini kazanabilmeyi başaran Abdullah Kars, Necip Fazıl’la (vefat ettiği 1983 yılına kadar) diyaloğunu sürdürmüş, Necip Fazıl’ın yazdığı birçok oyunu da sahnelemiştir.
Tasavvufu Yunus Emre şiirleştirdi, Mevlana, Hacı Bektaş Veli gönüllere nakşetti. Abdullah Kars da dramatize etti, sahneye taşıdı. Toplumumuzun (özellikle günümüzde) en çok ihtiyacı olan “sevgi” duygusunu, hoşgörü anlayışını “sahneden gönüllere” nakış nakış işleyen odur. O, kasabalara varıncaya kadar bütün Türkiye’yi ve Almanya başta olmak üzere bütün Avrupa’yı baştan başa dolaştı. Gittiği her yerde tiyatrolarını sahneledi. Türk halkı, İslami kültürümüzün temel dinamiklerini oluşturan efsane şahsiyetleri; sevgi, barış, hoşgörü sembolü olan Yunus’u; devletin temelini teşkil eden adalet duygusunun sembolü olan Hz. Ömer’i; Müslüman Türk’ün zalime ve zulme başkaldırısının, kahramanlığının sembolü olan Kafkas Kartalı Şeyh Şamil’i; dünya saltanatını elinin tersiyle iten ve ebedî saadeti tercih eden büyük mutasavvıf İbrahim Ethem’i onun tiyatrolarıyla tanıdı.
Abdullah Kars, ülkemizde bir kültür inkılabı gerçekleştirmiş, tarihî şahsiyetlerin gönüllerde yaşatılmasını sağlamış, millî ve muhafazakâr anlayışın benimsenmesine hizmet etmiş millî bir kahramandır. Yaklaşık iki bin yüz defa Hz. Ömer’in Adaleti’ni sahneleyen ve on dört bin defa sahneye çıkarak bir rekora imza atan bu kutlu sanatçıya göre tiyatro, bir eğitim aracıydı. “İbret Sahnesi” adını verdiği ekibi aslında, tiyatro grubu değil bir hizmet kervanıydı ve sahne ona göre bir halk mektebiydi. Birçok tiyatronun kapısına kilit vurulduğu günümüzde, Abdullah Kars’ın tiyatrolarına gösterilen aşırı ilgi bazı gerçekleri de ortaya koymaktadır. Halkımız, kendi içinden yetişmiş, kendisi gibi düşünen, kendisi gibi yaşayan ve ideallerini sahneye taşıyan sanatkârları bağrına basıyor.
İlerleyen yaşına rağmen sahne performansı, sanat heyecanı hiç eksilmemiş. Geçen yıl, Türkmenistan devlet televizyonunda, Nasrettin Hoca ile ilgili program yapmak üzere davet edilmiş ve Kültür Bakanlığının organizasyonuyla Türkmenistan’a gitmişti.
Erciyes Dağı’nın yaylalarında yetişmiş, Şeyh Şamil’in torunu, Erciyes Dağı gibi yalnız başına bir “zirve” oluşturan, alanında tek olan ve henüz aşılamayan, Anadolu insanımızın, Avrupa’daki gurbetçilerimizin bağrına bastığı bu sanat dehası, millî kültürümüz açısından iyi değerlendirilmesi gereken bir hazinedir. Bir milletin medeniyet düzeyi, sanata ve sanatçıya verdiği değerle ölçülür. Cumhuriyet Dönemi Türk Tiyatrosu’nun duayenlerinden olan bu sanatçımız ve eserleri Edebiyat derslerinin müfredat programına da mutlaka alınmalı ve böyle gerçek sanatçılarımızın kadri kıymeti “seng-i musalla”dan önce bilinmelidir.
|