|
|
 |
Referandumdan sonrası
Toktamış ATEŞ
[email protected] |
|
1982 Anayasası'nda ciddi bazı değişiklikler yapan taslağın referandumuna 1 gün kala bu taslakla ilgili bir şeyler yazmak ne yasal olarak ve ne de ahlaken uygun.
Bu nedenle, referandumla ilgili olarak bir şeyler yazmayacağım. (Zaten haftalardan beri bu konuda yazıyor ve konuşuyoruz.) Sonuç ne çıkarsa çıksın ulusumuza hayırlı olmasını dileyelim.
Benim bugün üzerinde durmak isteyeceğim konu siyasetçilerimizin ve özellikle partilerin genel başkanlarını bu kampanya sırasında yaptıkları konuşmalarda birbirlerine karşı kullandıkları suçlayıcı dil olacak. Atalarımız "üslub-u beyan aynıyla insan" demişler. Yani insanların konuşma üsluplarının kendilerini ortaya koyduğunu düşünmüşler. Bu yaklaşım elbette doğrudur. Fakat ben TBMM'de temsil edilmekte olan partilerimizin genel başkanlarının siyasal üsluplarının bu denli sert ve acımasız olduğunu düşünmüyorum. Olsa olsa bu kampanyanın getirdiği gerginlik içinde duygusallaşmış ve kendilerini tutamamışlardır. Ayrıca bu konuda sayın liderlerden herhangi birini "O başlattı" gibisinden suçlamak da istemiyorum. Üslubu kim "ayağa düşürdüyse" düşürmüş olsun diğerlerinin de ona ayak uydurmasıyla ortaya çıkan manzara, çok üzücü ve düşündürücüdür.
Xxx
Bu türden "hazımsızlıkların" ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan "irtifa kaybının" genç demokrasimizin ilk dönemlerinde bile görünmemiş olması bugünkü manzara karşısında insanı daha çok üzüyor. Çok küçük yaşlarda olduğum için bire bir yaşamadım ama daha sonraları okuduğum kadarıyla 1960 öncesi siyasal liderlerin birbirlerini eleştirirken kullandıkları üslupla bugünkü siyasal liderlerin birbirlerini eleştirirken kullandıkları siyasal üslup arasında dağlar kadar fark var. Örneğin, bir Adnan Menderes'in, bir Celal Bayar'ın, bir İsmet İnönü'nün, bir Osman Bölükbaşı'nın bir Kasım Gülek'in vb. birbirlerine bugünkü liderlerin üslubuyla hitap ettikleri duyulmuş, işitilmiş bir şey değildi. Bu arada kimi "küfürcü" siyasetçiler varmış ki bunların hikâyeleri de gülümseyerek anlatılır.
Gerçekten 1960 öncesi TBMM'deki partilerin "küfürcüleri"(!) varmış. (Ya da var olduğu söylenir.) Bu küfürcüler Meclis'te en öne geçer ve karşı oldukları partilerin sözcüleri hatta genel başkanları konuşurken sürekli küfür ederlermiş. Hatta o dönemin parti sorumlularının karşıt partilerin küfürcülerini seçilmelerine engel olmak için çeşitli yollara başvurduklarını duyardık. Örneğin aday olacakları tahmin edilecek bölgelere çok güçlü adaylar çıkartarak seçilmemelerini sağlamak gibi. Ancak bu türden söylentiler, söylenti düzeyinde kalırdı. Ve parti genel başkanları hatta parti sorumluları asla üsluplarını bozmazlardı. Öyle bir siyasi terbiye vardı...
Aynı şeyin 1960 sonrasında da devam ettiğini görüyoruz. Siyasal liderler birbirlerine karşı çok nazik olduğu gibi parti içi çekişmelerde de aynı siyasal terbiye egemen olurdu. Elbette parti kongrelerinde kavgalar çıkar ve sırasında iskemleler havada uçuşurdu ama bu kavgalar alt düzeyde olur ve üst düzey aday ya da yöneticiler bu tür kavgalara el atından desteklese ve hatta özendirse bile birbirlerine karşı saygıyı korur ya da korumaya çalışırlardı.
Aynı şey 1980'lere kadar devam etti. Fakat maalesef 1980 sonrasında bu üslup ayağa düştü. Korkarım, bu işin en büyük sorumlusu kimilerinin hala yere göre sığdıramadıkları rahmetli Turgut Özal oldu. Rakibi olan siyasi parti liderlerine hitap ettiği bir konuşmada "Onlar küçük Turgut'la uğraşsınlar" gibisinden bir hitapla geleneksel terbiye üslubunun değişiminin başlangıcı oluşturdu. Oysaki hiç ihtiyacı yoktu.
Hiç unutamadığım bir görüntü vardır. Rahmetli Ecevit, rahmetli İsmet Paşa'yı devirmiş ve CHP Genel Başkanlığı'na seçilmişti. Bu seçimden bir gün sonra kurultay devam ederken Ecevit salona girdi. İsmet Paşa, koltuğunu kaybeden genel başkan en önde oturuyordu. Herkes Paşa'nın ne yapacağını nasıl bir tavır sergileyeceğini merak ederken ayağa kalktı ve yeni genel başkanı
saygıyla selamladı. Bu olayı görmüş gibi anlatıyorum ama gerçekten gördüm. Zira o dönemde televizyonlar yaşamımıza girmişti.
O dönemde böyle bir siyasal üslup vardı...
Xxx
Bugün birbirlerine en ağır biçimde saldıran liderler yarın TBMM'de ve diğer ortamlarda karşı karşıya gelmeyecekler mi? Yüz yüze bakmayacaklar mı? Hatta gerektiği durumlarda örneğin büyük felaketlerde ya da ulusal çıkarlar söz konusu olduğu durumlarda ortak tavır sergilemek zorunda kalmayacaklar mı?
Birbirlerini "terör sorumlusu" olarak ilan eden liderlerin şehit cenazelerinde yan yana saf tutmaları nasıl mümkün olabilecek? Ülkemizin "ortak çıkarları" söz konusu olduğu zaman nasıl bir araya gelebilecekler? Hiçbir ortak çıkarımız ya da üzüntümüz kalmadı mı? Tümüyle parçalandık mı?..
Son olarak bir başka konuya da değinmek istiyorum. Barış ve Demokrasi Partisi'ni hep ciddi bir siyasal örgütlenme olarak gördüm ve ciddiye alınması muhatap kabul edilmesini temenni ettim. Bu arada yaptıkları tüm hataları açıklayabilecek nedenler buldum. Fakat referandumla ilgili boykot kararlarını anlayabilmem mümkün olmadı. Umarım fazla etkili olmaz. Zira BDP'nin de "Türkiye'nin bir partisi" olmasını umut ve temenni ediyorum.
|
|
11 Eylül 2010 - 08:41:13 |
|
|

Dolar |
|
|
1.511
|
1.521
|
|
Euro |
|
|
1.921 |
1.936 |
|
Sterlin |
|
|
2.320 |
2.365 |
|
Altın |
|
|
61.07 |
61.67 |
|
IMKB |
|
|
60608 |
|
|