Türkiye’nin geldiği noktada, ne yazık ki kaygılarım, birer birer gerçek oluyor.
Bu noktada, artık söz konusu olan (en fazla sesini çıkarabilenlerin dediği gibi) ‘dış politikada aklın yerini duygunun alması’ değil. Konunun merkezinde İsrail’in olması dolayısıyla, ‘gık’ diyenin, ‘linç’e hedef olmasının mümkün olduğu bir ortamın doğması!
İsrail ile ilişkilerin, ‘stratejik dengeler açısından önemi’, ‘akıllı mı, duygusal bir zeminde mi yürütülmesi gerektiği’ ayrı bahis. Beğenen olur, beğenmeyen olur, bir iktidar, dış politikada da, ‘doğru’ olduğuna inandığı çizgide politikalar üretir. Beğenmeyen olursa, bunu demokratik yolla ifade eder, diğer taraftan, seçmen de ister ödüllendirir, ister cezalandırır. İktidar, doğru olduğuna inanıyorsa, İsrail ile tüm anlaşmaları iptal eder, isterse ekonomik ambargo uygular, uluslararası baskıda öncülük eder. Tüm bunlar iktidarın dış politika tercihiyle ilgilidir.
Ben, öteden beri, Türkiye’nin dış politika tercihlerinde, Ortadoğu ile ilişkilerin güçlendirilmesini destekleyen biriyim. Ortadoğu ilişkilerinin güçlenmesi, Filistin konusunda duyarlı olmayı, inisiyatif almayı gerektirir. Dolayısıyla, bu konuda mevcut politika ile sorunum yok. Ancak, bu inisiyatif, antisemitik bir dilin, savaş çığırtkanlığının önünü açacak, her politik tartışmayı İsrail yandaşlığıyla yaftalamayı kolaylaştıracak bir raya giriyorsa, o noktada itiraz etmek gerekir diye düşünüyorum. Bu düşüncemi açıkladığım anda ‘Siyonist’ damgasını yemeye başladığım noktada ise düpedüz korkuyorum! Sadece, bu ülkenin geleceği açısından değil, düpedüz güvenliğim açısından korkuyorum! İşte geldiğimiz nokta budur!
Benim gibi birinin bile, kolayca ‘Siyonist’ diye hedef alındığı bir ülkede korkmak için her neden vardır!
Ben son 10 yıl içinde, Ortadoğu’da barışçı girişimleri desteklediği için, ‘İrancı’, ‘Suriye muhaberat ajanı’, ‘Hizbullah yandaşı’ diye damgalanmış biriyim. Vaktiyle, İsrail’in Lübnan saldırısının içyüzünü anlatma gayretiyle yaptığım bir röportajda (Milliyet, 21 Ağustos 2006) Lübnan Hizbullahı’na ‘terör örgütü’ demediğim için bir CHP milletvekilinin gönderdiği kınama mektubunu hâlâ saklıyorum. Irak işgaline karşı söylediklerim ve sivil toplum örgütleri çerçevesinde yaptıklarım için, ABD Kongresi’ne gönderilen ve Türkiye’de, anti-Amerikan dalgaya öncülük edenler arasında ismimin geçtiği resmi bir mektubu da saklıyorum. İsrail kaynaklı, basın izleme sitesi MEMRI’de de adım çıktı, bunlara karşı, Hizbullah’ın yayın organı El Manar televizyonuna çıkmakta tereddüt etmedim.
Siyasetlerini, söylemlerini desteklediğim için değil, ama siyasi bir meseleyi, kestirmeden ‘suç’ tasnifine soktuğu için ‘terör’ yaftalamasına sonuna kadar karşı durdum. Ne Lübnan Hizbullah’ı, ne Hamas, ne de PKK için hiçbir zaman ‘terör örgütü’ terimini kullanmadım, kullanmam! O bölgelere gittiğimde, Lübnan Hizbullahı’ndan ve Hamas’dan birçok kişiyle, siyasi görüş alışverişinde bulunurum ve bunu savunurum. Nitekim, son olaylar üzerine, Lübnan’dan bir Hizbullah mensubu ile telefonla uzun uzun konuştuk.
Tüm bunları, ‘Siyonist’ yaftalamasına karşı savunma olarak söylemiyorum. Çetrefil bir meselenin, kolay bir savaş diline dönüşmesine işaret etmek için, dün Hizbullahçı diye yaftalananın bugün Siyonist diye suçlanmasının mümkün olduğu, bir kâbus ülke tablosunun altını çizmek için söylüyorum. Geçmişte
tüm bu yaptıklarımı yapmamış ve söylediklerimi söylememiş olabilirdim, yine de, son olaylar
karşısında eleştirel bir tavır takınma hakkımı kullanırdım, bundan kimsenin kuşkusu olmasın!
Ancak, tekrar ediyorum, bugün gelinen noktada, ‘haklı’ veya ‘haksız’ olma tartışması bir yana,
düpedüz korkuyorum! Haklılıklarından kuşku duymayıp, karşısındakini kolayca ‘İsrail ağzıyla konuşmak’, ‘Siyonist’ diye yaftalayıp, hedef göstermenin bu kadar kolay olduğu bir ülkede artık söz söylemek zor, böyle giderse daha da zorlaşacak. Eğer dert ediyorsak, bu ortama son vermek, başta iktidar olmak üzere hepimizin görevi. Yoksa, kimsenin kuşkusu olmasın bunun sonu, herkesin, her vesile ile ‘İsrail yanlılığı’ ile suçlanıp, susturulabildiği bir ‘Ortadoğu otoriter ülkesi’ modeli olacak. Bunun ucu da, bir gün gelecek, herkese değecek! Estirilen sindirme havasından tırsıp, sesini kısanlara da, mevcut rüzgârdan, şimdilik fayda uman iktidardakilere de!
Ahmet Turan Alkan’a teşekkür
Ahmet Turan Alkan’ın Zaman gazetesindeki yazısını (9 Haziran 2010) bu yazıyı yazdıktan sonra gördüm, önce ilaç gibi gelen yazısından dolayı bir Türkiye vatandaşı olarak teşekkür ediyor, sonra hepinize hararetle okumanızı tavsiye ediyorum.
Dahası inanan birinin diğerine en iyi teşekkürü dua olur diye, ‘Allah razı olsun!’ diyorum.
|