|
|
 |
Tartışma dine kayınca...
Ruhat MENGİ
[email protected] |
|
Başbakan Erdoğan İsrail’e Tevrat’tan “öldürmeyeceksin” emriyle seslenmişti. Elbette dinlerde de, hukukta da “sana saldırılmadıkça” öldürmeme şartı, kuralı vardır ve bunu hatırlatmak iyidir. Ama başkalarına dinin şartlarını, emirlerini hatırlatanların kendileri için de Tevrat ve Kur’an’la ilgili bazı şartlar, emirler söz konusuysa o zaman birilerinin de onlara hatırlatma hakkı olduğunu kabullenmek durumundadırlar.
Nitekim Başbakan din kitaplarını okuyan tek kişi olmadığı için, bu kitapları okuyan ve onun sözlerini duyanların aklına hemen Kur’an’da “Allah’ın affetmeyeceği, ancak kulun kendisi affettiği takdirde affedilebilecek” tek günah olan (ve Hz. Peygamber’in de hayatı boyunca en yakını bile olsalar “bu günahı işleyenlerin” namazını kılmadığı) kul hakkı gelmiştir.
Herşeyden önce dün yazdığım nedenlerle; örneğin milyonlarca aç, işsiz, bu nedenle evlatların, anaların hayatını bile kaybettiği, terörle savaşan askerlerin üç kuruş maaşlarını ailelerine göndermek zorunda kaldığı bir ülkede buna çare bulmayan yönetimler ya da israf yapan yönetimler bu soruyu akla getirebilir.
*****
BU DA ŞİDDET
Suçu kendisine söylenemeyen, kanıtlanmayan iddialarla aylar, yıllar boyu mahkûm hayatına itilen ve orada unutturulan, aralarında çok sayıda dürüst, onuruyla yaşamış ismin bulunduğu yüzlerce insanın ve maddi-manevi sıkıntı içinde bırakılan ailelerinin hakkı kesinlikle aynı soruyu akla getirebilir.
Eğer medyada emeğiyle çalışan gazeteciler için patronlara “Paralarını sen vermiyor musun, at onları” çağrısı yapılıyor, bundan önce hiçbir dönemde görülmediği gibi “kendinin olmayan, siyasi gücün emrine girmemiş” medya grupları veya iş adamları Maliye baskısıyla, yıkıcı vergi cezalarıyla -kısacası şiddet yöntemiyle- eziliyor, sindiriliyor ve baskıcı güce boyun eğmeye zorlanıyorsa yine “kul hakkı” oradadır. (Demokrasinin ortadan kalkması da işin çağdaş hukuk boyutu...)
Ve tabii bu konulardan bazıları hatırlatıldığında cevap “Alın da kutsal kitapları okuyun... İsrail’e arka mı çıkıyorsunuz” gibi popülist “Ben dindarım, diğer liderler veya partiler değil... Ben Gazze’dekileri koruyorum, onlar korumuyor” imâları yapan kaçışlar değildir.
(Erbakan’ın “bizim partiden olmayan patates dinindendir” sözünü hatırlatıyor.) Hele hele Kemal Kılıçdaroğlu’na söylediği, satır aralarına gizleyerek inanç ayırımcılığı yapan “Rahle-i tedrisinden geçtiklerine anlat” benzeri sözlerin siyasette asla kullanılmaması gerektiği gibi böyle bir tartışmada hiç yeri yoktur.
*****
POPÜLİZME KARŞI
Bir iktidar partisinin gerekli gördüğünde açıklama, konuşma yapmak (örneğin İsrail’e Tevrat’ı hatırlatmak) ne kadar hakkıysa aynen iktidar partileri gibi “milli irade”nin seçimiyle parlamentoya girmiş olan muhalefet partilerinin ve tabii ki ana muhalefet partisinin de (aynı şekilde iktidara hatırlatması) o kadar hakkıdır. Siyasi etik, tartışmaların “sen kitapları oku, rahle-i tedris” gibi alakasız boyutlara çekilmeden, örneğin Gazze üzerinden iç politika kazancı gözetmeden “konu ekseninde cevaplar” verilerek yürütülmesini gerektirir.
Aksi takdirde gazetecilerin “söyleyecek sözleri olmadığı zaman siyasi tartışmaları kişisel olaylara, hakarete çevirmesinden farksız” şekilde konu kaybolur, popülist ve ilkesiz bir tartışma ortaya çıkar.
Söz konusu tartışmada Deniz Feneri soygununun üstünün örtülmesi veya yolsuzluklar, dokunulmazlıklar gündeme gelmişse (ki din açısından baktığınızda Maun Suresi anlatıyor) kamu hakkına tecavüzün “dini inkâr etmekle eşdeğer” olduğu da unutulmamalıdır.
İşte siyasi sorunlar “din tartışması”na dönüştürüldüğünde konu böyle uzadıkça uzuyor ve çok farklı noktalara kayabiliyor. Dinin siyasete alet edilerek istismarına izin verilmemesi bu nedenle de son derece önemli.
Laikliğin anlamı ve gerekliliği de bu değil mi zaten? Böyle örnekleri yaşadıkça daha iyi anlıyoruz.
|
|
8 Haziran 2010 - 08:37:04 |
|
|

Dolar |
|
|
1.585
|
1.595
|
|
Euro |
|
|
1.917 |
1.932 |
|
Sterlin |
|
|
2.309 |
2.350 |
|
Altın |
|
|
61.95 |
62.71 |
|
IMKB |
|
|
55234 |
|
|