|
|
 |
Hayatı bir domates satıcısı olarak yaşamadım. Fakat…
İlhami ATMACA
|
|
“Çölde bir kum tanesiyim, Çölün derdini taşıyorum.” (Mevlâna İdris)
Hayatı bir domates satıcısı olarak yaşamadım. Fakat; domates satıcısının bile “Derdi nedir?” düşündüm. İnsan böyle düşündüğünde, düşündükleri onu hayat içinde bir yerlere taşıyor.
Hayatı gelirken bir kabul ile gelmiyoruz. Hayat bize sorulmadan verilen bir hediye. Hediyelerin özelliği değil midir zaten sorulmadan verilmesi.
Hediyenin güzelliği veya çirkinliği yaşadıkça anlaşılıyor. Çoğunlukla hediyeyi güzelleştiren ve çirkinleştiren de kendimiz oluyoruz. Elbette tercihlerimizle ve elbette tercihlerimizin rengini de; ne kadar ve nereye kadar düşünebildiğimiz belirliyor.
İnsanoğlunun değişimi ve tekamülü de düşünebilme çapıyla ilgili. Bu yüzden, genellikle köklü değişimler yaşayanlar daha çok düşünen insanlar oluyor.
Şair İsmet Özel’in gençliğinde komünist, Orta yaşında Müslüman ve ahir ömründe önceki fikri duruşuna paralellik taşımayan bir yerde olması gibi. Ancak düşünebilen insanların dünyasında mümkün bu.
Düşündükçe bilirsiniz. Neyi mi? Ne olmadığınızı ya da ne olduğunuzu. Yunus’un ifadesiyle “Bir ben vardır benden içeru” durumu yaşatır size düşünce eylemi.
Düşünme eylemi ağır bir iştir. Ağır bir hesaplaşmaya götürebilir sizi. Kendinizle, çevrenizle ve hatta kâinatla hesaplaşırsınız. Yolda gördüğünüz belediye veya bir başka resmî kurumun yaptığı çalışma sonrasında; kapatmadığı çukurdan, arızalanmış bir sokak lambasından başlayarak insana ve insanlığa yapılan bir saygısızlığı sorgularsınız.
Seçtiğim örnekler, bilhassa seçtiğim eften püften şeyler diye düşünüyorsanız. Önerim tam da bu örnekler veya benzerlerinden sorgulamaya başlamanız hayatı ve duruşunuzu.
Sorgulamalarınız sizi bir yere taşır. Bakmışsınız ki taraf olmuşsunuzdur. Taraflığınızın rengi ve biçimi de sizin düşüncenizin eseridir. Düşüncelerinizin çapı kadar taraf veya düşünceleriniz çapı kadar karşıt olursunuz.
Yaratılmış yeryüzü mucizelerine takılıp; ömrünü yeşil karıncalar üzerine adamış ya da arkaik döneme ait bir kazı alanında sonuca ulaşmadan tüketmiş bilim adamları örnekleriyle doludur insanlık hikayeleri.
Düşündükçe ayırdımına varırsınız bir şeylerin. Ayırdımına vardıkça huzurunuz kaçar. Teferruatlar bile anlamlarla doludur ve bir pire için yorgan yakanları anlamaya başlarsınız. Yeryüzü kıyametinde yaşamak üzerine düşündükçe, bir kıyameti yaşayan insanlığın derdi derdiniz olur. Birileri soyu tükenmekte olan Kelaynak kuşları’nı dert edinir, birileri denizlerin süsü Yunus balılarına yapılan katliamları katlanılmaz bulur. Birilerinin derdi de insanlığın derdini taşır kalbinde.
Mevlana İdris’in ifadesiyle bir kum tanesidir belki… Fakat sadece bir kum tanesi değildir artık o kum tanesi; “Çölün derdini taşıyan bir kum tanesi.”dir.
Ve anlamlar dünyasında anlamaya doğru sürer seyahatiniz. Anlarsınız…
Anladıkça her şey yeniden yorumlanır. Şaşırır, keyif alır, acı çekersiniz. Komşunuzun derdi derdiniz olur. “Komşusu açken, tok yatan bizden değildir” ne demektir idrak edersiniz. Afrika’nın açlıktan kırılan kara çocukları düşer aklınıza sofraya oturduğunuzda. Yediğiniz lokmalar boğazınızda düğümlenir.
Çocuklarınıza tabaklarında kalan yemeği bitirmeleri için aklınıza düşen aç çocukların öznesi olan cümleler kurarsınız. O kalan yemeği yerlerse, “Yeryüzünün bir yerlerinde yaşayan aç bir çocuğun doyacağını ve ağlamayacağını” fısıldarsınız kulağına.
Her şey o kadarcık değildir ve zaten orada da kalmaz. Adını bilmediğiniz, nerede yaşadığını bilmediğiniz ama mutlaka bir yerlerde olduğunu bildiğiniz yazgısı açlık olmuş çocuklar mutlaka vardır. Yazgısı acı, yazgısı açlık ve yazgısı ölüm olan çocuklar…
Birileri besili, gürbüz çocuklarına övünçle bakar belki. Gırtlaklarına zorla tıkmaya çalışırlar, obezite sınırını çoktan aşmış çocuklarının. Yoksul, zayıf çocukları gördükçe; daha bir yüklenirler lokmaları çocuklarının gırtlağına tıkmaya ve tıkınmaya belki de.
Anlarsınız işte düşündükçe, düşündükçe büyür derdiniz. Derdiniz büyüdükçe kaçırır uykularınızı. Hakikatin sırrına vakıf olursunuz.
Birilerinin… Yüzünü görmediğiniz, adını bilmediğiniz birilerinin derdi derdiniz olur. Ve bir şeyler yapmak istersiniz. Bir şeyler…
Kendileri dışında birinin derdini dert edinmişlere sempati duyarsınız. Onlarla kesişir yolunuz. Benci, bencil ve benden sonrası kıyamet diye düşünenlerden uzaklaşır, onların çehrelerine yerleşmiş bencilliğin çirkin sırıtışına bakamaz olursunuz. Bir zamanlar, bir şeyler paylaştığınız insanlar bile olsa; yollarınızı ayırırsınız onlardan. Birileri semirirken siz beyninizi kemirirsiniz.
Beynini kemirenlerin yapacakları tek bir şey kalır bu acı verici kemirilişten kurtulmak için. Harekete geçmek…
Ve harekete geçerler.
Hiçbir otorite durduramaz onları. Otoriteyle, kurallarla çatışırlar. Bu yüzden ağır bedeller öderler. Haksızlıklara susmayışları, geniş ve gevşek vicdan sahiplerinin huzurunu kaçırır. Yetenekleri, bilgileri, birikimleri marjinalleştirilerek ziyan edilir. Yoksullaştırılırlar.
Onlar popülist olamazlar, trendler ve değişen dengeler onların dengesini bozamaz. Birilerinin iddia ettiği gibi akılları bir karış havada marjinal idealistler değil, ayakları yere basan vicdan ve izan sahibidirler. Ayakları yere basmayanlar; dengelerden yana oynayan, trenlerle form değiştirenlerdir, güç ve iktidar ve paranın büyüsüne kapılarak erdemlerini yitirenlerdir. Kendi çeteleri, cemaat ve klanlarının menfaatlerini önceleyenlerdir. Kaybetmekten korkan konformistlerdir.
Onlar anlamanın, kavramanın ağır varlığını taşırlar beyinlerinde ve kalplerinde.
Anladıkça suskunlukları kurşun gibi ağırlaşır, anladıkça sesleri gürbüz ve gümrah ırmaklar gibi çağıldarlar.
Onlar, dönek, korkak, satıcı, kalleş, hesapçı ve hain olmamışlardır. Bu yüzden konuşurken ve dinlerken karşışındakinin gözbebeklerine bakarak konuşurlar.
Birilerinin kulaklarını tıkadıkları çığlıklara, gümbürdeyen kalplerinin sesiyle, haykırışlarının en güçlü tonuyla, en insan yanlarıyla cevap verirler kıyamdaki vicdanlarıyla.
Vicdanı kıyama kalkmış birisini durdurmada işe yarayacak bir şey yoktur. Haksızlık ve adaletsizlik ve zulüm karşısında; ağır bedeller ödeyeceğini ve belki öleceğini bile bile susmazlar ve durmazlar. Ölümden beteri insanlık onurunu yitirmektir çünkü.
Bu yüzden ölümü göze alırlar. Göze almak ne kelime ölürler bile.
Aynı; 12 Eylül darbecilerinin darağacında sallandırdığı filinta gençler gibi…
Aynı; Che’nin Bolivya Ormanlarında ölümü gibi…
Aynı; Rachel Corie gibi,
Aynı; Filistin’in mazlum çocuklarına yapılan zulme dur demek, dört yıldır maruz kaldıkları abluka ve ambargoyu kaldırmak için; yeryüzünün en zalimlerinden olmayı becerebilmiş haysiyetini yitirmiş Siyonist Katil İsrail’in tehditlerine rağmen Mavi Marmara Gemisi’ne binmiş yaklaşık 800 insanlık haysiyetli aktivistleri gibi.
Düşünmekle başlar her şey.
Başlar ve asla durmaz durduğu yerde.
Ve insanlık haysiyeti taşıyanlar; ne korkuya teslim olur, ne korkakların, lafazanların söyleyeceklerini takar, ne diz çöker haysiyetsiz otoriteler önünde
Ve birileri şaşkın şaşkın bakar olan bitene.
Birileri hiçbir zaman anlamayamaz onları.
Sahi niçin anlayamazlar?
O zaman bir dahi Mevlâna İdris’in sesine kulak verelim ve vermeğe çağıralım.
Kum
Bir kum tanesiyim ama
Çölün derdini taşıyorum
Rüzgâr her sabah ayrı bir şarkıyla geliyor
Atım vefadandır
Hiç kımıldamıyor
Ben varım rüzgârlar harab
Ben varım çöl yerinde kalıyor
Sevgilim
Gücümü ölçme benim.
Mevlâna İdris
(*) Mevlâna İdris’in Kum Şiir’inden.
|
|
8 Haziran 2010 - 08:20:13 |
|
|

Dolar |
|
|
1.577
|
1.585
|
|
Euro |
|
|
1.908 |
1.920 |
|
Sterlin |
|
|
2.309 |
2.350 |
|
Altın |
|
|
61.73 |
62.28 |
|
IMKB |
|
|
55234 |
|
|