19. Başkaları şöyle yaptılar: Aynada kendilerini gördüler, ürktüler. “Ben neyim? Nereden gelmişim, gitmekteyim?” Bu felsefeydi. Sonra etrafa göz gezdirdiler, beğendiler, gitmeyi kerih gördüler. “Nasıl sahip olup yaşayabilirim?” Mülk ve insanlar arasında bir egemenlik istediler. Bu da sosyal teori idi (Hukuk, sosyoloji, ekonomi). Müslüman adam bir başkaydı: Hiçbir zaman ve yerde Allah’tan gayrısına dost ve muhtaç düşmemeliydi. Bu da ahlâktı.
20. Zikir mi iyidir, fikir mi? Abdurrahman Sülemî, ‘Zikir daha iyidir’ demiş. Zira, “Zikir Allah’ın sıfatlarındandır: fazkuru nî ezkurkum/ öyleyse Beni zikreyleyin ki, sizi zikr edeyim” (2 Bakara 152). Fikir ise halkın sıfatlarındandır: “O kimseler ki Allah’ı zikr ederler, otururlarken, ayaktayken ve yanları üzere yatarlarken semaların ve arzın yaratılışını tefekkür ederler/ Ellezîne yezkurûnallâhe… ve yetefekkerune fî halkıssemavati vel ardz” (3 Al-i İmran 191). Ayette önce zikr sonra tefekkür beyan edildi. Demek ki zikri olanın fikri olur.
21. Zengin, soylu, güzel, güçlü kavramları seküler kavramlardır; kanaatkar, cömert, sabırlı, merhametli kavramları ahlâkî çabayı ifade eden “değer kavramları”dır. Birincil kavramlar, dünya ve ahaliye ait kanunlara tabidir. Mallara ve haklara adaletle davranırsınız. İktidarsanız adalet yapacaksınız. İkincil kavramlar oluşla ilgilidir: fakirliğin en dibinde bile muhtaca verebilmek, sefaletin içinde nezih- afif- kibar kalabilmek… Adalet bunları sağlayamaz. İkinci kavramlar, değerlerden dünya üstü bir alem kurar. İnsaniyet için ruhtan hürriyete doğru bir adım atarlar. Hamleler adalet bekleyen kitlelerden çıkmaz; o ancak varolmak ahlâkının eseridir.
22. Yeryüzünde iktidar- hakimiyet mücadelesi, ahlâki eylemin meselesi olmamıştır. Yeryüzünde “halife” olmak, adil kral olmak değildir. Ahlak, yeryüzündeki iktidar mücadelesinin hedeflerinden biganedir. Melekler halife yaratılacağını işittiklerinde, onu kan dökecek ve yeryüzünü ifsad edecek biri olarak değerlendirmişlerdi (2: 30). O halde, Halife olmak; fesad çıkarmamak/ salih olmak mücahedesinin alanındadır. Yeryüzünde sahip olduklarıyla, mal- mülkle, yapıp ettikleriyle; dengeyi, itidali, birliği, doğruluğu bozan (ifsad eden) halife değildir. Allah’ın kendisine verdiği mal, eş, evlat, servet, topluluk üzerinde egemenlik tesis etmeye kalkanlar müfsid olmaya başlamışlardır. Halife, mülk üzerinde iktidar olmak değil; Allah’ın bize verdiği nimetlerdeki emaneti, hakları dağıtmayı, hukuku teslim etmeyi sağlamak ama bir yandan da Rahman ile yakınlığı sürdürmek eylemidir. Davut (as) hem adalet dağıtıyor ve hem de dağlarla zikrediyordu. Bu kavramlaştırmayla bakarsın nice sıradan, basit, fakir adam halifedir, emanetlerine haklarını vermiştir, üç kuruşluk kazancını emri altındakilere dağıtırken zakir ve müşfiktir; nice seçkin ve zengin de bozguncudur. Bozgun olmasaydı belki de çoğu zengin ve muktedir de olamayacaklardı.
23. İman kalbin, İslam organların işidir. Eğer organların teslimiyeti gibi kalb de teslim olursa, ahlâk “ihsan”a dönüşür. İhsan nedir diye sorulunca Allah’ı görüyor gibi abib olmaktan bahsedilmiştir. Bu noktadaki insan eylemi “inşa edilmiş fıtrat” karakteri gösterir. O aziz kılınmıştır. Kitapta bu durumdaki insana “hayâten tayyibeh” vaad ediliyor: “Mü’min kadın ve erkekten kim salih amel yaparsa muhakkak ona güzel bir hayat/ hayâten tayyibeh yaşatırız” (16 Nahl 97). Güzel hayat nedir? Razi: a) Güzel ve helal rızık, b) helal yiyip içip Allah’a ibadet etmek, c) kanaat, d) O günlük rızkınla yetinmektir, diye mana vermiş. Abdullah b. Abbas: helal rızık; Hz. Ali: kanaat; Mücahit ve Katade: cennet; Dehkak: helal rızık ve ibadet; İbn kesir: bütün bunların hepsi, demiş. Bir de bu durumun tersi var: “Kim benim zikrimden yüz çevirirse şüphesiz ona dar bir geçim/ maîşeten danken vardır” (20 Taha 124). İkrime, Dehhak, İbn Abbas’a göre dünya hayatı dar bir geçim olur. Haramla beslendikleri için kazanç çok olsa bile onu kazanan için meşakkat ve sıkıntı olur. Bu dar geçim dehşet bir sarmalanmadır: “Ve kim, rahmânı anmaktan yüz çevirirse ona bir Şeytan mûsâllat ederiz, artık o, arkadaş olur ona” (43 Zuhruf 36). İbn Kayyım’a göre hakiki hayat kalbin hayatıdır. İnsanın yaşadığı süre içindeki ömrü sadece, Allah ile birlikte hayat bulduğu anlardır. Halis kalble yapılan iyilikler, hakiki ömür olan bu anları arttırır. Onun dışındaki anlara ömür denmez. Kalbde iman yoksa “onlar ölüdürler, diri değillerdir” (16 Nahl 21). Şeytan da gemini sım sıkı tutmaktadır.
24. Kültür, eğitim, düzen, uygarlık (kentler, refah, sosyal adalet, yaşam kalitesi…) ahlâki anlamda meşru bir toplum yaşantısının tesisi için yeterli olmamıştır. Mozart, Hegel, Kant’ın Almanyası Faşizmi müesses kılabilmiştir. Rönesansı yapan İtalya, maddi uygarlığın önderliğini üstlenen Amerika, insan kanını dökmekten kendini kurtaramamıştır. Entelektüel bir katil, facir, hırsız olunabilir; ama bu cürmleri yaparken ahlâklı olunamaz.
25. Tarihi, kavimlerin çatışması perspektifinden kurtararak ele alırsak, Müslüman toplumun başının dertten hiç kurtulamadığını hayretle müşahede edebiliriz: 658: Harici terör doğdu; 680: Kerbela’da İmam Hüseyn şehid edildi; 714: zalim idareci Haccac’ın ölümü; 747: Abbasi isyanı; 827: Halife el- Memun, “Kur’an mahluktur” görüşünü resmi politika olarak açıkladı, muhalifleri telef etti; 930: Karmatiler Mekke’yi yağmaladı; 1017: İsmail Davazi, Dürzilik propagandası yapıyor; 1187: Kudüs’ü fetheden Selahaddin Eyyübi’nin üstüne Haçlılar geliyor; 1220: Cengiz orduları Irak’a kadar İslam toplumunu kırımdan geçiriyor; 1299: Anadolu’da beylik savaşları içinde Osmanlılar kendilerine yer açmaya çalışıyor; 1402: Yıldırım, Timur karşısında yeniliyor birlik bozuluyor; 1492: İspanya’da Müslümanlar reconquesta hareketi neticesi katlediliyor, din değiştirmeye zorlanıyor… Buna göre Müslümanlık bir hesaplaşma alanıdır; doğudan- batıdan, sağdan- soldan, içeriden- dışarıdan, üstten- alttan gelen cürmün bedel isteyeceği değerlere sahiptir.
26. Biz yenildik mi? Çeşm-i nazarın biriyle öyle. Ama göz çifttir. Dünkü varlıktı, bu günkü yokluk. Hakiki kul olmak istersen beden- bedesten feridir, ruh asıl.
27. Şu mesele karşısında hep şaşkınlık içindeyim: İstanbul’da Aziz Mahmud Hüdai ve Ankara’da Hacı Bayram Veli, hayatlarının bir vaktinde makam ve mevkileri yerinde iken her şeyi silip, dünyevileşmeyi tepeleyip zikir ehline katılıyorlar. Dünyanın kanun ile değişmediğini, kalb ile imar edildiğini tahkim ediyorlar. Eğer onlar kadı ve ulema olmaktan vazgeçmeselerdi, İstanbul’da Üsküdar ve Ankara’da Hacı Bayram (Ulus) diye bir semt var olur muydu? İsmail ve Hacer ola ki reddetseydi, çölde Kabe’yi kim bekleyecekti? Mekanları inşa eden, Allah’ın nûrundan gelen ve zikreden bir ruhtur.
|