|
|
 |
17 dakikada çağdaş Türkiye tablosu
Oray EĞİN
[email protected] |
|
Koltuktan yatağa, yataktan koltuğa vitaminler ve ilaçlarla ayakta durmaya çalışarak evde 'Twilight' filmlerini arka arkaya izliyordum o cumartesi. Ayağa kalkmak için zorladım kendimi, virüsler galip geldi.
Gecenin bir saatinde yeniden uyandığımda Facebook'ta bir arkadaşımın cep telefonunda çektiği görüntüleri izledim...
Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı'ndan sadece alkışları çekmiş... Bütün konukların ayakta olup salonu inlettiği görüntüler... Sonradan öğrendim, tam 17 dakika sürmüş alkışlar.
Şef Gürer Aykal ve Borusan İstanbul Filarmoni o gece Fazıl Say'ın 'İstanbul Senfonisi' adlı eserini çalmıştı... Gidemediğim için pişman oldum.
Yılın ilk günü NTV sabah konserin yayınını verecekti. Onu da kaçırdım. Ama iyi ki kaçırmışım, iyi ki izleyememişim... Zira NTV'nin ilk yayınında bir sürü aksaklık yaşanmış. Araya çok fazla reklam almışlar. Israrla 'stereo' istenmesine rağmen 'mono' yayınlamışlar konseri vs...
Israrlar ve tepkiler karşılığını bulunca NTV hatasını telafi edip konseri aynı günün akşamında ekrana yeniden getirdi.
Hislerimi yine sadece 'büyülenmek' olarak tarif edebilirim.
NTV bu konseri yayınlayarak çok büyük bir iş yaptı.
Öncelikle klasik müziğin TRT'den alıştığımız 'Pazar Konserleri' kalıplarının dışına çıkabileceğini geniş kitlelere gösterdi.
Ayrıca, son zamanlarda yaşanan çok ayıp bir tartışmaya son verdi... Birileri diyordu ya 'Türkiye'den besteci çıkmaz' diye... Keşke 17 dakikalık alkışları da kesmeselerdi; Fazıl Say'ın melodiyle verdiği yanıtın sağlaması olarak izlerdik.
Bir de bu konserin benim için kişisel bir anlamı var.
- - -
Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı'yken bir konser sonrasında Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nı işaret ederek 'İşte çağdaş Türkiye tablosu bu' demişti. O zamanlar içimdeki 'liberal' Demirel'in bu ülkeye bir dayatmayı çağdaşlık olarak sunduğunu söylüyor, tepki gösteriyordu. Cumhuriyet'in elitlere hizmet ettiğini, elitlerin kültürünü halka dayattığını, aslen 'Çoban Sülü' olsa da onun da boyun eğdiğini düşünmüştüm.
Liberallik bir çocukluk hastalığıymış meğerse.
2011 yılına 'Büyük Cumhuriyet Projesi' delik deşik olarak girdi Türkiye. Söz konusu dayatmaya, elitlerin zevkine, arzusuna göre olduğu söylenen her şey yerle bir edildi. Bütün kurumlar ele geçirildi, bütün toplum dönüştürüldü.
Çünkü şehre 'demokrasi' geldi!
Ancak bu demokrasi beraberinde varoş kültürünü, gericiliği, yerinde saymayı da getirdi. Meğerse bizim demokrasimiz çağdaş medeniyet ölçütlerinden çok geride bir başka dayatmaymış. Daha faşizan, karşısındakine yaşama, varolma şansı tanımayan bir baskı ortamıymış...
Halbuki Cumhuriyet projesi kusurlarına, eksikliklerine rağmen ilericiliği, Batı'yı, çağdaşlığını işaret ediyordu, modern bir model sunuyordu.
Yıllar içinde liberal zihinler hepimizi Cumhuriyet'e karşı zehirlemeye çalıştılar, ama aksi gerçekleşince karşımıza neyin çıktığını gördük işte.
Bayburt'a opera gelmiş, halk da 'Bayburt Bayburt olalı böyle zulüm görmedi' hikayesi var ya... O 'zulüm'den bir kişi bile etkilenip varsayalım klasik müziğe, operaya ilgi duyarsa... Bu Cumhuriyet Projesi'nin başarısıdır, doğruluğunun kanıtıdır: Bir toplumu duble yollar mı yoksa bu sanatçılar mı ileri götürür; düşünün.
- - -
Anadolu'da böyle mucizeler var.
Daha çok kısa süre önce Adıyaman'da bir okulun müdürünün kendi kısıtlı imkanlarıyla Fazıl Say'ın adını vererek bir piyano konser salonu açtığını öğrendim Antalya'da...
Bu Cumhuriyet devrimi ruhuna destek vermek için Yamaha Anadolu'nun farklı şehirlerindeki okullara 10 adet piyano dağıttı...
Orada okuyan çocuklar karanlığa, kendilerine dayatılan gericiliğe mahkum kalmasın diye... İçlerinde bir Fazıl Say varsa, o sanatçı hapsolmasın, dışarı çıksın, sesini duyurabilsin diye. Her adımda karanlığa sürüklenen Türkiye'nin o kadar da umutsuz olmadığını göstersinler diye.
'İstanbul Senfonisi' çağdaş Türkiye tablosudur.
Babamızın malı
Dünkü Sözcü'de Emin Çölaşan bir gazetecinin anı kitabını tanıtıyor. Satır arasında verdiği bir bilgiyi görünce gözlerim faltaşı gibi açıldı...
Söz konusu gazeteci bir gün İstanbul'daki özel bürosunda Recep Tayyip Erdoğan'la görüşüyor. Daha mesleğinin başlarında... Kısa bir görüşme yapıyorlar.
Ardından Erdoğan telefonu eline alıyor, Yeni Şafak'ı arıyor.
'Bu arkadaşı size gönderiyorum, gazetede köşe yazarı yapın' diyor.
Bir küçük anı, içinde ne bilgiler barındırıyor. Bir kere anlıyoruz ki Başbakan Erdoğan'ın medyaya, medya sahibi olmaya, gazete yönetmeye ilgisi o yıllara dayanıyor.
Dahası, Türkiye'de köşe yazarlığı düzeninin nasıl işlediğini de görüyoruz.
Ve 'bu köşeler babamızın malı' mı bilmiyorum ama belli ki bazı gazeteler 'babamızın malı' olarak kullanılıyor demek ki.
Bu adama dikkat
Ben Mehmet Sevigen'i sevmezdim. Yıllarca sadece Baykal'ın 'arkadaşı' kontenjanından benim oy kullandığım bölgeden birinci sıradan İstanbul milletvekilliğine aday yapılmasına tepkiliydim. Bir seçimde aynı bölgeden aday olan tanıdığım Zeynep Göğüş'e bile sırf bu yüzden oy vermemiştim hatta.
Fakat samimiyetle söylüyorum, Mehmet Sevigen beni çok şaşırttı.
- - -
Önce eşcinsel hakem Halil İbrahim'e sahip çıktı, Meclis'e hakkında soru önergesi verdi... 'Eşcinsellik hastalıktır' diyen Aliye Kavaf'a haddini bildiren de o oldu...
Bu kadar mı?
Ahmet Davutoğlu'nun villasına ödenen astronomik kiranın hesabını soran...
Egemen Bağış'a 'yumurta geçirmez takım elbise' hediye eden...
Dövülen öğrencileri Meclis'e alma girişiminde bulunan... Cemevi saldırısının hemen ardından olay yerinde yer alan, rapor hazırlayan...
Mehmet Sevigen 'tek kişilik muhalefet ordusu' gibi görev yapmaya, iktidarın sinirini bozmaya başladı. Ve dün ona karşı çıkan ben, bugün Mehmet Sevigen'in mutlaka yeniden milletvekili yapılmasını, partisinin ondan daha fazla faydalanması gerektiğine inanıyorum.
Bu değişimin Kemal Kılıçdaroğlu'nun partiye getirdiği havayla da ilgisi var... Artık CHP'de hiç kimsenin yeri garanti değil, hiç kimse 'eş-dost' kontenjanından bir yerlere gelmiyor belli ki.
Ve milletvekilleri de dahil herkes kendini göstermek için uğraşıyor. Bu yüzden de CHP'de iktidarın sinir uçlarıyla oynayan vekiller parlıyor: Atilla Kart, Muharrem İnce, Şevki Kulkuloğlu ve tabii ki Kamer Genç...
O bir poster yıldızı
TOPHANE baskınıyla gündeme gelen Galeri Non'da geçen sene açılan 'Ah-Oh' isimli sergide CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen de sanat eserlerinin birinde özne olarak kullanılmıştı. Kim olduğu bilinmeyen 'İç Mihrak' isimli sanatçı grubu, bu ve benzeri posterleri hem sergide göstermişler hem de çoğaltarak İstanbul'un çeşitli yerlerine asmışlardı. 'Ah-Oh' sergisi homofobi karşıtı mesajları ve cesur içeriğiyle İstanbul sanat çevrelerinde epey övgü toplamıştı.
|
|
3 Ocak 2011 - 08:50:35 |
|
|

Dolar |
|
|
1.546
|
1.556
|
|
Euro |
|
|
2.015 |
2.030 |
|
Sterlin |
|
|
2.380 |
2.425 |
|
Altın |
|
|
68.14 |
68.69 |
|
IMKB |
|
|
69311 |
|
|