Ahlâkımızın temel prensiplerini aşağıdaki gibi sıraladık:
• Afif (iffetli) ol. Allah’a yaklaş.
• Kanaat et. Dünyanın şehvet ve lezzetine itibar etme. Kimsenin malına, câhına hased etme.
• Halk için, Adalet yapmada cesur ol. Nefsin için, Af dileyeni bağışla.
• Hamd et. Başına gelene de sabret. Bela sabırla ref’ olunur.
• Helal ve emekle kazandığın lokmayı ye, kimseye avuç açma.
• Bilmediğin şeyin peşine düşme. Zann etme. Alimlerin meclisine devam et.
• Gamlı ve muhtaç adamların gönlünü al ya da gönül yıkma. Vakti fakirlerle çoğalt.
• İyilere (kim olursa olsun), iyiliğe (kimden gelirse gelsin) muhalefet etme; kötülüğü gücün yettiğince mesnetsiz kıl.
• Malayaniden yüz çevir, Rabbinle halvette kal. Zengine meyl etme.
• Halkın zahmetine katlan, tevazu göster, hizmet et, yumuşak konuş.
• Kimsenin ayıbını araştırma, kendi nefsini kına.
• Lisanını sıdka, amelini hikmete, adını emine, nefsini vekara alıştır ki, kalbler sana mutmain olsun; gök ehli sana muhabbet duysun.
Ahlâkımız ferdden başlamaktadır. Bütün sistemler, bütün içtimai yapılar, bütün toplum sözleşmeleri fanidir. Ama insan varoldukça ahlâk esasları baki kalacaktır. Toplumun değer kuralları, ahlâkın kanunları değişmez. Bu nedenle klasik ahlâk öğretilerinin aksine ahlâkımızın “ahlâk”tan başka gayesi yoktur. O bir kanıtlama biçimi değil “hal”dir; “halk” edilmiş insana dair Allah’ın meleklere haber verdiği “hulk”tur. Yani ahlâkımız başladığı yerde, insan oluşta kaimdir. Bizi yeryüzünde varlık sahnesine çıkaran şey bu “değer”dir.
Buna göre ahlâk bir doktrin, bir ideoloji olmaktan âzade ama en az bu kavramların dayandığı toplumsal grupların kollektif şuurunu yansıtacak kadar da politik, cemiyetçi, iktisadî hususiyetlere haiz bir tefekkür ve tavır kıymetleri gösterir. Hem ideoloji/ doktrinleri aşkın ve hem de onların sahip olduğu idealist, adaletmeşrep, hakkaniyetli, servet istimalini kırıcı ilkelere şamil değerlerle hareket eder. Birey bencilliğine gömülmediği gibi, yığın değerleriyle de yürümez. Bizim ahlâkımız, toplum komiserliğini ve ahlâk adamlarının kilise babalarına dönüşümünü onaylamaz. Ahlâkın amacı, toplumsal bir nizam kurmak olmayıp, ferdin ahlâkın esasları uyarınca duruşlarını daim kılmaktır. Ahlâki eylem ferdi bir duruştur; ancak içtimai etkileri kollektif yapının kabiliyeti, kalitesi, hikmete yöneliş gücü ile belirlenir. Toplum, ahlâk eylemini kendi kollektif şuur kalıbına tahavvül etmeye rıza gösterdiği zeminde belirir. Ahlâk bir nizam kurmayacaktır; ancak toplum ahlâk esaslarıyla yaşamaya razı olduğunda nizam bulacaktır. Komşumu ve mahlukatı rahatsız etmeyişimi başkaları da benimser ve yaşarsa; mahallede merhametin bir nizam haline dönüşü pek yakın olacaktır. Yaşadığım ahlâkı yazacağım ki; başkaları bellesin, çocuklar öğrensin, zorbalar haddini bilsin. Yalnızca delilerin ve mecnunların ahlâka ihtiyaçları yoktur.
Galipler, üstünler, toplumun şereflileri… izzetlerinin bekasını istiyorlarsa, on iki ahlâk prensibini hayatın değer hükümleri haline getirmeye mecbur kalmışlardır. Çünkü “Ahlâk” ile “Halk”, “halaka’l insane” olan adamın yeryüzünde varoluşu için aynı esaslara haizdir. Bir yerde “yalan söyleme” diyen bir ahlâk varsa, bilinmeli ki “yalan söyleme” diyen bir halk da vardır. Bir halk yaratılmışsa ahlak da birlikte yaratılmış olduğundandır. Hiç göz yaratılmış olur da görme ve basiret yaratılmamış olabilir mi? Yok eğer, üstümüze marabalık, ezilmişlik, horlanmışlık, müstezaflık yazılmışsa; bizi insanlıktan aşağıya (hayvanat ve değer bilmezlik çukuruna) düşürmeyecek yegane ilkeler bütünü de, yine bu ahlâk endişesinden başkası değildir.
Ahlâkımız bir hiyerarşi içermez, ast- üst ilişkilerine tevessül etmez. Ama onun kollektivizmi, uçuşlarıyla göğü yararak ilerleyen turnaların ters V şeklinde seyirlerine benzer. Turnalar bölük bölük giderler: “Katar katar olmuş giden turnalar/ Sizler bilirsiniz hallerimizi/ Sılada sevdiğim öz anam atam/ Daha gözlemesin yollarımızı” (Ercişli Emrah). Birlikte uçan kuşların kanatlarından gelen hava akımı arkadan gelen kuşun daha az enerji harcamasını mümkün kılar. Böylece sürü tek başına uçan kuştan hem daha hızlı ve hem daha iktisadî bir uçuş seyri elde eder. Öndeki kuş yorulunca sürünün en sonuna geçerek kendini kaldıran hava akımında dinlenir. Liderlik de münavebeli bir mesuliyete dönüşür. Sakatlanan kuşa bir refakatçi verilir. İkisi yere inerler ve bir sonraki sürüye katılmak için beklerler. Turnalar tek eşlidir; uzun ömürlü oldukları söylenen turnalar, eşleri ölürse bir daha asla eşleşmezler. Turnalar, sevgide bağlılık, dostlukta sebat ve sadâkat timsalidirler. Yaşlanan ana ve babalarının da geçimlerini temin ederler. Ahlâk, turna misalli bir cemaate varmaktır.
Bizim ahlâkımız, nizamın cesamet ve başarısı ölçüsünde büyümemiştir. Ahlâk timsali model fertlerin kollektif bilince seyirleri ile nizam haline gelmiştir. Sultanlar bu ahlâk erenlerinin dizinin dibinde çömelmek zorunda kalmıştır. Bir lokma- bir hırka ile, “Siz rızkı Allah’ın yanında arayın” (29: 17) emrini düstûr edinen Ehad ehli; donatılmış masaları kusmuk çukuru, kadın çıplaklığını et vıcıklığı haline getiren ekabirlerin yanında “aziz” kalmışlardır. Akıl, siyaset, silah değil; burçak yolan Hacı bayram’ın talebesi Fatih’e İstanbul’u bahşetmiştir. Hikmete boyun bükene çok hayr verilmiştir (2: 269; “Dilediğine hikmeti verir ve kime hikmet verilmişse ona büyük bir hayır verilmiştir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar”).
Ahlâk yolumuzun kurtulmuşu yoktur, çünkü sûr üflenmedi, yolun bittiği haber verilmedi ve henüz uykudan uyanmadık. Bu nedenle mesih beklemiyoruz, ruhbanlığı takdis etmiyoruz, cemaati hıfzedecek kilise inşa etmiyoruz. Gaybet’e inanan (BAKARA 3: “Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar”) ahlâk adamının davası almaya değil vermeye, dünyalıktan vazgeçmeye, sevdiklerinden mahrumiyete çıkılan bir eşikte duruyor. Burası ahlâk adamına “beyt-ül mal” kadar mukaddesdir. Dünya, ahlâk adamı için ısırılacak meyve olmaktan ziyade; yetiştirilip suyu verilecek, toprağının otu- böceği ayıklanacak, yemişi muhtaçlata dağıtılacak emanet bir fidan mesabesindedir. Ölüm gelmeden hangi ferd daha güzel amel edinecek? Ahlâkımızın temel problemi bu noktadadır. Başımıza geleni (kaderimizi) kendimiz için fırsat, sonu başlangıç, mahrumiyeti bilinç, acizliği sabır ve direniş, kalan saati adanış haline getirecek yegane dayanak ahlâkî amel ve tefekkürümüzdür. Varlıkta ve yoklukta tutuklanmış birey için ahlâk, dirayet (iktidar) ve sultan (izzet) dır. Ahlâksız şah yenilecektir.
|