|
|
 |
Lisan ile beyan
Hüseyin ACARLAR
[email protected] |
|
İtikatta imamımız Matüridi, peygamberlerin sayısının Kuran’da isimleri geçenlerden ibaret olmadığını Kur’an’a dayanarak ifade eder. Ayrıca her peygamber Allah(cc) tan içinde doğup büyüdükleri milletlerin diliyle vahiy almışlardır. Hatemül Enbiya Muhammed(SAS), Arap toplumu içinde bulunduğu için, hitap ettiği toplumun anlaması için Kur’an, Arapça olarak inmiştir. Yoksa Allah’ın vahiy dili Arapça değildir daha önceki bilinen peygamberlere farklı dillerde vahiy gelmiştir. Allah (cc) değişik zamanlarda, değişik toplumlara vahyin, dini emirlerin, toplumun anlayabileceği bir dilde, peygamberleri aracılığıyla göndermesinin yanında, Kuran bütün toplumlara gelmiştir. Bütün toplumların da onu anlamaları, bilmeleri haklarıdır.
Matüridi’ye göre Allah, yaratılmış varlıklardan birini çağrıştıran bir kelimeyle, bir isimle anılması caiz değildir. O, dengi ve benzeri olan hiçbir şeye benzetilemez. Dengi ve benzeri bulunan her şey çokluk statüsüne girer ve tevhide aykırıdır.(bk. Şura suresi/11; Kitab üt-Tevhid, 37 vd.)
Bu husus Kur’an-ı Kerim’in İbrahim Suresinin dördüncü ayetinde :”Biz her peygamberi onlara açıklaması için kendi diliyle gönderdik… “ ifadesiyle yer alır.
Bu hususta ameldeki imamımız Ebu Hanife’nin şahadetine mal olan şu bakış açısını hatırlayalım; “Kur'ân, Allah-u Teâlâ’nın mahlûk olmayan kelâmı, vahyi, tenzili, ilâhî zatının aynı olmayan, zatından da ayrı düşünülemeyen kelâm sıfatıdır. O, Mushaflarda yazılı dille okunur, kalplerde yer tutmaksızın muhafaza edilir. Mürekkep, kâğıt ve yazıların hepsi mahlûktur. Zira bunlar kulların fiilleri sonucudur. Fakat Allah'ın kelâmı mahlûk değildir. Yazılar, harfler, kelimeler, işaretler kulların anlama ihtiyacından dolayı manaya delalet eden şeylerdir. Allah'ın kelâmı zatıyla kaim olup, manası bu delalet edici şeylerle anlaşılır. Allah'ın kelâmının mahlûk olduğunu söyleyen kimse kâfir olur. Allah-u' Teâlâ daima kendisine ibadet edilendir. Kelâmı ise kendisinden ayrılmaksızın okunan, yazılan ve hıfz olunandır.
23 Nisan 1920’de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk İcra Vekilleri Heyeti’nin 9 Mayıs 1920 tarihli hükümet programında eğitime de yer verilerek, eğitimin çağdaş ve millî hale getirileceği belirtilmiştir. Bunu gerçekleştirmenin ilk adımı olarak 16-21 Temmuz 1921 tarihinde Maarif Kongresi toplanmıştır. İstiklâl Harbi’nın en buhranlı dönemi olan 1921 yazında; bir yandan Yunan taarruzuna karşı direniş gösterilirken öte yandan da ülkenin eğitim Politikasının belirlenmeye çalışılması pek çok bakımdan anlamlı bir harekettir. Uzun bir açış konuşması yapan Mustafa Kemal Paşa, eğitimden beklentilerini ve bu konuda gelecekte neler yapılacağına dair görüşlerini ifade ederek özetle şunları söylemiştir:
“Şimdiye kadar takip olunan tahsil ve terbiye usullerinin milletimizin tarih-i tedenniyatında en mühim bir âmil olduğu kanaatindeyim. Onun için bir millî terbiye programından bahsederken, eski devrin hurafatından ve evsaf-ı fıtriyemizle hiç de münasebeti olmayan yabancı fikirlerden, şarktan ve garptan gelebilen bilcümle tesirlerden tamamen uzak, seciye-i millîye ve tarihimizle mütenasip bir kültür kast ediyorum.”
Lisan İle Beyan
1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasasına eklenen “Devletin dini din-i İslam’dır.” ibaresinin anayasadan çıkarılmasının Harf İnkılâbı ile aynı seneye (1928) denk düşmesi manidardır. Yine devrin Maarif Vekili Mustafa Necati’nin Latin harflerinin üstünlüğünü(!) anlatmak için verdiği Konya konferansı öncesinde “Eski harflerle birlikte Kuran’ı da tarihe gömdük” şeklinde astırdığı tanıtım ilânlarını hatırlamakta fayda vardır.
İmdi
Biz Müslümanlar için lisan, duygu ve düşüncelerimizi ifade etme vasıtası olmanın çok ötesinde bir mana ifade eder. İnsan beyan sahibi bir canlıdır. Beyan sahibi olması hasebiyle ve olabildiği ölçüde insan olma derecesine yükselir. Bu demektir ki insan, insan olma liyakatını lisanında şekillenerek kesbeder. “...zira rahman olan Allah insana beyanı öğretti.” (Rahman Suresi 1-4) Yani Allah insana temyiz edebilme kabiliyeti vermek suretiyle onu sair canlılara üstün kıldı.
Allah’ın insana “beyan”ı öğretmesinin “İnsanı yarattı.” ayetinden hemen sonra açıklama mahiyetinde gelmesi, insanın ancak lisanıyla insan olabileceğini bize sarahaten göstermek içindir. Lisanında akidesini bulan ve şekillenen insan, bu şekil üzere hareket eder. Yine Alâk Suresi’nden öğreniyoruz ki, insana beyanı öğreten Allah, ona beyanın tamamlayıcısı olarak kalemle yazmayı da öğretti.
13. asırdan itibaren başlayıp 20.asrın başlarına kadar iddia edildiği gibi bu topraklardaki insanın lisanına giren kelimeler Araplara has kelimeler değil, Müslüman olma hasebiyle muhatap oldukları Kur’an Lisanının hukuktan başlayarak kültürel ve edebi sahada yerleşik hale gelmesi ile bir mili birliğin vücuda gelmesi ile alakalı. Kur’an’la irtibatın kesilmesi lisanına yabancı hale gelmesi, aynı lisanı konuşamayanların aynı duygulara hitap etmeleri ne kadar mümkün olacaktır. Bu demektir ki yazı, lisanın yani beyanın mütemmim bir cüz’üdür ve bir İslam dili olan Türkçe, İslâm harflerinden başka harflerle asla resmedilemez. Resmetmeye kalktığımız takdirde ise -beyan sahibi insan olarak- kabul görmemiz mümkün olmaz. Netice itibariyle kendi lisanımızda okur-yazar olma meselesi itikadımızdan ayrı tutulamaz. Yazının başında itikadi ve ameli manada önder kabul ettiklerimize referansla başlamamın Türkiye’nin istikbaline dair tavrımızın doğrudan itikadi tercihimizle alakalı olmasına gönderme yapmak içindir. Bahse konu olan Türkiye’nin geleceği ise, bugün şuurunda olmamız gereken şey, durumumuz ve tavrımızın mahiyet itibariyle Uhud’taki okçulardan farklı olmadığıdır.
Hayırlı her işe besmeleyle başlamayı ve inşallah demeyi, itikadımızı kendisinde kazandığımız lisanımızdan öğreniyoruz. İnşallah demek ne demektir? Kainata ve tabii ki hayatımıza nizam verenin sadece alemlerin Rabbi olan Allah olduğunu söyleyerek kendi hayatımızın başkaları tarafından tanzim edilmesine muhasım olduğumuzu ilan etmiş olmaktır. Yazımıza sahip çıkmanın itikâdî bir mesele olduğu ve millet hayatının varlığı için elzem oluşu İslam harflerini ilga edenlerin de şuurunda olduğu bir vakıa olsa gerektir.
Hali hazırdaki durumsa kendine tecavüze yeltenen kişiye âşık olan aptal kız hastalık tablosu.
Müslüman olmadan Türkçe de konuşulamaz. Konuşulansa sömürge aydınlarının karın gurultularında çıkan uydurukça değilse nedir o zaman kavram kargaşası?
Türkiye’nin istikbali için hayırlı bir iş yapılacaksa elzem olan lisanımızdan başlanılmalıdır. Lisanımız olan Türkçe, bir kavmin değil -bir İslam dili olarak- Milletimizin dilidir.
|
|
3 Ocak 2011 - 00:04:06 |
|
|

Dolar |
|
|
1.546
|
1.556
|
|
Euro |
|
|
2.031 |
2.046 |
|
Sterlin |
|
|
2.380 |
2.430 |
|
Altın |
|
|
68.31 |
68.96 |
|
IMKB |
|
|
68828 |
|
|