|
|
 |
Beş yönden Mehmed Akif
Alper GÜRKAN
[email protected] |
|
1.
“Cenâb-ı Hakk, Kur’ân’ı Kerim’i Türkçe olarak göndermeyi murad etseydi, bu vazifeyi Cebrail’e değil Mehmed Akif’e verirdi…”
Safahat’ın geçmiş basımlarından birinde önsözü bulunan Fazıl Yenisey, Akif’in aruz veznini Türkçeyle bağdaştırması konusunda merhûm Süleyman Nazif’in böyle söylediğini belirtir…
Mübalağadır muhakkak…
Ama Mehmed Akif’in en öne çıkan vasfı ve en öncelikli davası ve elbette en büyük sevdası, şüphesiz ki -Dücane Cündioğlu’nun onun “hûrafe”lerine sahip çıkıldığını anlatan eserine verdiği isimle- “Bir Kur’ân Şairi” olmasıdır.
Onun İslam ve İslam rûhuyla ilgili şiirlerini çokça duyuyoruz. En çok onları duyuyoruz. Ya da duyan duyuyor, biz duyduk sanıyoruz…
Ki davasına inanan, inanmayan birçoğumuz için bu yolda eline su döken de yoktur herhalde…
Çanakkale şehitleri için yazdığı şu beyitler mesela, başlı başına buna bir timsaldir:
“Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor.
Bir hilâl uğruna ya Rabb, ne güneşler batıyor!
…
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi.
Bedr’in aslanları ancak bu kadar şanlı idi!
…
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
‘Gömelim seni tarihe!’ Desem sığmazsın!”
2.
Akif aynı zamanda İslam’ın yeryüzü bedeni olarak gördüğü ülkesine de hayrandı. Tam anlamıyla bir vatanperver ve tam anlamıyla bir vatan şâiriydi…
O, Osmanlı’yı sadece bir devlet olarak görüyor değildi kuşkusuz; ortaya koyduğu medeniyetle İslam’ın bir bütüncül ülkesi ve bugün dâhi anlaşılamayan bir “insan” ülküsünün mekânı olarak da görüyordu “o ülke”yi:
“Arab’ın Türk’e; Laz’ın Çerkes’e yahut Kürd’e
Acem’in Çinli’ye rüçhanı mı varmış? Nerde!
Müslümanlıkta anasır mı olurmuş? Ne gezer!
Fikr-i kavmiyeti tel’in ediyor Peygamber…”
3.
Ancak Mehmed Akif, sadece bir Müslüman ve sadece bir yurtsever değildi muhakkak. Onu bu şekilde tanımlamaya, sınırlamaya imkân yoktur. Kelimeler israf olur…
“San’atkâr” manzumesinde değindiği temalardan anlaşılmaktadır ki, kötümser bir tarafı vardır onun da hepimiz gibi, herkesçe:
“Gücenme anla nihâyet ki; bir bela-zedeyim.
Kader dedikleri unsurla pençeleşmedeyim.
…
Helaki boyladı atiye attığım her adım;
Değilse, hangi hezimet çıkar ki, uğramadım!”
Ya da şâirin “Tevhid yahut Feryad” şiirindeki isyandan uzak ama buruk sesi, bize böyle düşündürtür:
“Ya Rabb, bu yüreklerdeki ses dinmeyecek mi?
Senden daha bir emr-i sükûn inmeyecek mi?
Her an ediyorsun bizi mahkûr-i celalin
Kurban olayım, nerde senin, nerde cemalin?”
4.
Akif, aynı zamanda irfanî boyutuyla da tutunduğu İslam’dan ötürü; bir düşünürdür, bir İslam entelektüelidir.
“İnsan” adlı şiirinde, “ilim şehrinin kapısı” diye övülen Ali bin Ebu Talib’in “Sen kendini küçük bir cisim sanırsın ama en büyük âlem senin içinde gizlidir!” sözünü iletir ve bunu açıp der ki:
“Esirindir tabiat, dest-i teshirindedir eşya;
Senin ahkâmının münkaadıdır, mahkûmudur dünya…”
Yahut “Hasbıhal” şiirinden ayrı bir bilgelik havası sezilir:
“Geçen geçmiştir artık; an-ı müstakbelse müphemdir;
Hayatından nasibin: Bir şu geçmek isteyen demdir!”
5.
“İnsan” diye tavsif edilen her şey Arif’tedir; arif diye anılanların her hal ile “insan”la hemhal oluşları gibi…
Kur’an, İslam ve Hakk gibi kahır da vardır şiirlerinde hüzün de, aşk da, hayat da…
Ki neticede, Akif en güzelinden bir insandır. Bütün güzel insanlar gibi güzelliğine de “settar”dır…
“Zaman geçer, nice bin inkılab olur zahir;
Fakat bu şair-i pejmürde hep o Akif’tir…”
Akif’le, muhabbetle, şiirle…
|
|
1 Ocak 2011 - 00:13:42 |
|
|

Dolar |
|
|
1.555
|
1.565
|
|
Euro |
|
|
2.069 |
2.084 |
|
Sterlin |
|
|
2.390 |
2.430 |
|
Altın |
|
|
71.05 |
71.49 |
|
IMKB |
|
|
67607 |
|
|