|
|
 |
Beyaz Türklerin yılı
Oray EĞİN
[email protected] |
|
Bir yıl biterken dönüp geriye bakmak modaysa... Biz köşe yazarları için 'günü kurtarmak'tan daha ziyade bir gelenekse artık giden yılın değerlendirmesi... Geri kalmamak adına bir 2010 değerlendirmesi yapmak şart oldu...
Klişeler denizinden bir ifadeyle başlayalım o halde:
Dönüp geriye bakınca 2010 yılından benim aklımdan ne kalıyor?
Aklımdan 12 Eylül'ü 13 Eylül'e bağlayan gece yarısı bütün televizyon ekranlarına yansıyan yeni harita görüntüsü hiç çıkmadı. Belli ki uzun süre de çıkmayacak. Benim için 2010'a damga vuran görüntü bu haritanın görüntüsüydü.
2010 Türkiye'nin sınırlarının fiili olarak yeniden çizildiği sene oldu.
Referandum sonuçları haritası önümüzdeki yıllar boyunca daha sık karşımıza çıkacak. Daha fazla tartışmada kendini gösterecek ve sınırların yeniden çizilmesine dair tartışmalarda hep bu harita referans verilecek.
Güneydoğu, İç Anadolu ve kıyılar olmak üzere üç farklı renkte, birbirine tahammülsüz üç ayrı Türkiye çıktı sandıktan.
2011'de seçimler var; eğer büyük bir değişim, bir mucize olmazsa önümüzdeki yazdan sonra da benzer bir haritayı konuşuyor olacağız.
İç Anadolu'da Sünni Müslüman ittifakı...
Kıyılarda, büyük şehirlerde, kent merkezlerinde yüzü Batı'ya dönük bir Türkiye özlemi...
Güneydoğu'da ise bitmek bilmez özerklik tartışmaları.
Dün, kıyıların aylardır aklından geçen, uzun zamandır sadece imayla dillendirilen bir konuyu nihayet Ertuğrul Özkök yüksek sesle sormuş: 'Ya Güneydoğu ayrılık taleplerini iletirken, Türkiye'nin kıyıları biz de ayrılmak istiyoruz derse?'
Bu talebin haksızlığı iddia edilebilir mi? Türkiye'de ayrışma artık sadece ırk kökenine dayanmıyor. AKP hükümetinin sekiz yıl boyunca başardığı en büyük işlerden biri aynı ırkın ve toplumun mensuplarının da birbirilerinden net bir şekilde kopması, birbirlerine tahammül edememesi oldu.
Bu çatışmayı her yerde görüyoruz...
Tophane sakinleri sanat galerisine tahammül edemiyor...
Ya da İzmir'deki bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyla Trabzonlu Ogün Samast'a kahraman muamelesi yapan kişi beraber anılmak istiyor olabilir mi?
İstanbul'un Bağcılar semtiyle Beşiktaş semti arasındaki duyarlılıklar, beklentiler, kaygılar, düşünceler ortak mı?
Bodrum'a 'Ramazan ayı' uğramıyor mesela... Oteller boşalmıyor, rezervasyonlar azalmıyor. Anadolu'da 'oruçsuz' yokken, Ege'de yazın ortasında 'oruçlu' parmakla gösteriliyor.
İzmir'e yönelik bunca saldırı, İzmir'i düşürme çabası, AKP'nin yeni seçim için kıyılara sızmak için astronomik bütçeli bir reklam kampanyasına hazırlanması boşuna değil. Çünkü bu itirazı görüyorlar, ileride oluşabilecek bir isyana karşı durumu kontrol altına almak istiyorlar haklı olarak.
Fikirlerin bu kadar çatıştığı, insanların tahammülsüzleştiği, herkesin ayrıştığı bir Türkiye'de o üç renkli harita bundan sonra yeniden tek renge döner mi, en azından evet-hayır-boykot sınırları biraz daha muğlaklaşır, iç içe geçer mi kestirmek zor.
Ayrışma tartışmaları yaşandıkça, eskiden üniter devlet, bir aradalık, tek Türkiye için kalbi atan ulusalcılar, birinci cumhuriyetçiler bile isyan noktasına geliyor ve 'toplumların kendi kaderlerini kendi tayin etme'sinden bahsediyorlar.
'Beyaz Türk' kavramı bitirmek üzere olduğumuz sene çok tuttu mesela.
Eskiden küçümseyici, dar bir anlamı olan bu tabir artık yüzde 42'yi kapsamaya başladı ve hemen kabul gördü, sahiplenildi. Türkiye'yi artık bilindik siyasi görüşler, eski kalıplar ve modeller açıklamıyor çünkü.
2011 yılında da Beyaz Türkler damgasını vurmaya devam edecek.
Çocukların kafaları rahat
Elton John'la sevgilisi David Furnish'in taşıyıcı bir anneden çocuk sahibi olmaları hakkında o kadar çok olumsuz yorum duydum ki... 'Bu çocuğun hayatını mahvetmeye ne hakları var, çocuğa sordular mı, annesiz çocuk büyür mü' gibi. Tipik bir 'bardağın boş tarafını' gören Şark kafası.
Kabul edin, artık yepyeni bir dünya doğuyor. Bütün her şey sarsılırken elbette aileye ilişkin bilindik kalıplar, ezberler de sarsılıyor.
Furnish ve John oğulları Zachary'i neden iyi yetiştiremesin? Bilakis bence pek çok heteroseksüel çiftten daha sağlıklı büyütecekler, yetiştirecekler oğullarını. Bir çocuğun illa anne ve babayla büyümesi mi gerekiyor? Hele hele Batı'da evliliklerin yüzde 50'sinin boşanmayla sonuçlandığı bir dünyada? Bu ezberler bir önceki yüzyılın düşünceleri.
'İki babalı' Zachary mesela heteroseksüel Cher'in cinsiyet değiştiren kızından daha mı sağlıksız? Daha temelden bu gibi önyargıları da kırmak gerekiyor.
Artık Türkiye'nin de bu gibi yeni aile düzenlerini, yeni toplumu kabullenmesi gerekiyor. Desteklemesi, peşinen olumsuz hüküm vermekten kaçınması. Bu gibi peşin hükümler heteroseksüel dayatmanın, önyargıların sonuçları: Hem hepimiz heteroseksüel aileler tarafından büyütüldük de ruhen çok sağlam, çok dayanıklı, çok mu düzgün yetiştik? Hepimizin türlü türlü sakatlıkları var...
Bu yıl kendinden çok konuşturan bir film var, başrolünde Annette Bening ve Julianne Moore oynuyor. Adı 'The Kids Are All Right' Evet, bildiniz meşhur The Who şarkısına gönderme. (Oscar'a da aday olacak; epey sükse yaptı.)
Moore ve Bening üst sınıf lezbiyen bir çifti canlandırıyor; sperm bankasından aldıkları tek kavanozdan iki çocuk yapmışlar. Biri 15'inde, biri 18'inde... İkisi de gayet sağlıklı çocuklar, anneleriyle, aileleriyle bir dertleri yok... Çiftin de ilişkisi gayet normal: Aksaklıkları, gerginlikleri, çatışmalarıyla normal. Özel olarak lezbiyen oldukları için bir trajediyle beraber anılmıyorlar. Lezbiyenlik bir drama unsuru olarak kullanılmıyor. En güzel tarafı da filme damgasını vuran olay örgüsü heteroseksüel bir çiftin de başına gelebilir.
Bana kalırsa 'yeni aile düzeni' üzerine bir başyapıt; zihin açıcı bir tarafı var.
'Film icabı' da değil. Batı'da, hatta Türkiye'de bile eşcinseller tarafından büyütülen, yetiştirilen, 'sapma' olarak adlandırılmayacak düzgün çocuklar var. 'İki baba' ya da 'iki anne' veya 'bir eşcinsel ebeveyn' tarafından yetiştirildikleri için lanetlenmiş, hayatları kararmış değil. Sıkıntıları varsa, herkesin yaşadığı türden...
Bırakın bu ezberleri, bu kalıpları. Çocuklar gayet iyi, kafaları rahat.
Asıl şimdi korkun
Hıncal Abi, gözün aydın. Ayşe Arman geri dönüyor. Yedi yıllık Dubai seferi bitiyor. Ayşe Arman, Dubai'ye eşinin görevi dolayısıyla gitmişti. Şimdi eşinin oradaki görev süresi doldu ve hep beraber İstanbul'a taşınacaklar.
Hıncal Uluç ise bu tercihe, aşk uğruna Dubai'ye gitmesine en şiddetli karşı çıkan isimlerin başında geliyordu. Uzun uzun tartıştılar. Ayşe Arman'ın gazeteciliğinin biteceğini iddia etti.
Bana kalırsa haklı çıkmadı. Ayşe Arman artık dünyanın her yerinden teknolojik imkanlar sayesinde gazetecilik yapılacağını, tartışılacağını gösterdi. Çok konuşulan işlerinden biri de Hıncal Uluç röportajıydı mesela...
Yedi yılda uzaktan olmasına rağmen Türk medyasında kendisini konuşturdu Arman...
Hadi diyelim ki 'Eski tadında değildi, kalsa daha iyisini yapardı' diyenler haklı...
Asıl şimdi korkun... Çünkü yedi yılda uzaktan bu kadar tartışma yaratan Ayşe Arman bir de yerinden neler yapacak kim bilir... Bakalım, arada saat farkı, uçak yolculukları olmadan Ayşe Arman gazeteciliği bundan sonra nasıl bir boyut alacak.
Ben heyecanla bekliyorum: Bir 2011 seçimlerinin sonucunu, bir de Haziran ayında Türkiye'ye yeniden yerleşecek Ayşe Arman'ı.
|
|
30 Aralık 2010 - 09:06:51 |
|
|

Dolar |
|
|
1.538
|
1.548
|
|
Euro |
|
|
2.058 |
2.073 |
|
Sterlin |
|
|
2.385 |
2.430 |
|
Altın |
|
|
70.12 |
70.55 |
|
IMKB |
|
|
66004 |
|
|