|
|
 |
Geride kalan
Necmettin EVCİ
[email protected] |
|
Türkiye son derece bunalımlarla birlikte yaşadığı sıkıntılı dönemleri geride bırakıyor. Kuruluşu ile birlikte Cumhuriyet’in bu günlere gelmesi hiç kolay olmadı. Bu konuları, kısır ideolojik çekişmelerin odağına koyarak ayrışma unsuru haline getirmek, doğru değildir. Sıkıntı her katta, her kademede yaşandı. Yaşananlar bir anlamda koca bir milletin var olma ve yok olma meselesiydi öncelikle.
Medeniyet değerlerimizi yenileyemedik, sonra da yitirdik. Yeni değerler üretemedik. Atıl zihin kendi mecrasında ilerleyen batı karşısında yenik düşecek kadar etkisizleşti. Kurumlar işlevini yitirdi. Yoksa 2. Mahmut durduk yere Yeniçeri Ocağını kaldırmadı. Düşünün ki o zamanlar Devlet-i âli Osman resmen ordusuz yani savunmasız kalmıştı. Ardından Rus harpleri başladı. Bir yandan Ruslar, diğer yanda Mısır’da Mehmet Ali Paşa Orduları, İstanbul’u tam anlamıyla sıkıştırıyordu. Osmanlı bu bunalımlı baskı aralığından da çıkmayı başardı. Ondan sonra Tanzimatla başlayan batılılaşma hareketi, varlığımızı sürdürmenin son çaresi olarak görüldü. O dönemde ölümcül hataların yapıldığı, şuursuz tutumların alındığı da doğrudur. Yapılan baş edilemeyecek boyutta büyük kuşatmanın baskısından biraz olsun kurtulmak için nefes alma imkânı elde etmekten ibaretti.
Bir tek şey düşünür olmuştuk. Sadece var olmak. Nefes alıp verme anlamında bir var oluş davasıydı bu. Sonrası Allah kerimdi. Cumhuriyete bu korkular, kayıplar aralığından geldik. Aynı savunma mekanizması şuuraltımıza yerleşerek tutuk bir reflekse dönüştü. Tutuk, ürkek ve içine kapanık. O çaresizlik içinde kendi kimliğimizi bulama(z)dık. Konjonktürel rüzgârların sürüklediği yönde savrulup durduk. Ama şuuraltımızda bizi anlamlı kılan gerçekliğimizi devamlı muhafaza ettik. Belli belirsiz bir çizgi veya motif, ışıltısı sönmeye yüz tutmuş bir kıvılcım halinde de olsa, yine de ruhumuzda kendi sesimiz, kendi soluğumuz hepten yok olmamıştı. Dünyayı saran büyük emperyalist tehlikeyi savuşturana kadar kendimizi her defasında erteledik, öteledik. Öyle ki, neredeyse kendi gerçekliğimizle aramızdaki mesafe kapatılamayacak kadar açılır oldu.
İşte tam burada bütün siyasal, sosyal denklemleri allak bullak eden bir gelişme oldu. Belki bu gelişmenin de konjonktürel bir tarafı vardı. Ancak bu defa, bu millet, mevcut durumu çok iyi okuyup analiz ederek kendi yararına bir çıkış yolu aramakta olmadığı kadar heyecanlı, istekli idi. Adeta yüz yıllardır bu anı, bu aralığı beklemiş gibiydik. İçimizde bin bir zorluk ve zahmetle koruduğumuz kıvılcım, ansızın parlamaya başladı. Bütün bir Anadolu ve insanımızın yüreği o çağları aşan ateşle gürül gürül yanmaya, tutuşmaya başladı.
Şimdi bu ateş sadece bizim umutlarımızı, aşkımızı, heyecanımızı aydınlatmıyor. Yıllar boyu hasret sancısı yaşadığımız diğer coğrafyalarımızı da aydınlatmaya başladı. Işığın kaynağı burası. Güneş burada doğuyor. Yeni bir aydınlanma çağı başladı denilebilir. Yeryüzü ağarıyor. Ovamız, ufkumuz, bağlarımız, dağlarımız ağarıyor. Dahası kalbimiz, gönlümüz, kafamız, yolumuz aydınlanıyor. Bir alacakaranlıktan çıkıyoruz hep birlikte. Türkiye karanlık dehlizlerden çıkıyor. Kendini yeniden inşa ediyor. Aşk yükseliyor, bilgi yükseliyor, düşünce yükseliyor. Bir kâbustan uyanır gibi kendimize uyanıyoruz. Bizim olmayan rüyaların karanlığından, bizim olan gerçekliğin aydınlığına uyanıyoruz. Bu gök bu gündüz bizim. O yüzden zor olmuyor güneşin gönlümüzü doldurması. Kendi gerçekliğimizi idrak ettikçe hayata daha bir coşkuyla sarılıyoruz. Hayat varlık coşkusunu, coşku hayatı çoğaltıyor. Bu uyanış, bu yeniden diriliş Allah’ın bir lütfu, inayeti olmalı. Allah’ın bir keremi, ikramı olmalı. Şimdi bu lütufla denklemler değişiyor. Kurgular, planlar, programlar değişiyor. Her şeyin yeri, herkesin tarzı, dili değişiyor.
Samimi niyet ve çabalarımız sürdükçe, değişim iyilik ve güzellik yönünde bereketlenecektir. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Bu bir genel istikamettir. Asıl istikamet. Gerçek istikamet! Korkuyla, tehditle, sindirmeyle tayin edilmiş istikametlerimiz yapaydı, sahteydi. O istikametler milletin kalbinin doğrultusuna, adımlarına, yürüyüşüne uygun değildi.
Biz kedi istikametimizi buldukça, kendi yolumuzu, yürüyüşümüzü buldukça kimileri elbette bundan rahatsız oldu, oluyor. Basit siyasi hesaplarını öne koyanlar, Türkiye’nin gerilemesinden, geriletilmesinden huzursuz olmuyorlar. O zihni yapılar büyük Türkiye çerçevesini algılamaya müsait gözükmüyor. Bunlar kim? Olsa olsa sözünü ettiğimiz karanlık zorlu dönemlerin zihin kaymasını içselleştirmiş kişileri. Kafaları çok karışık, bulanık olmalı. Ne var ki, onlar da bizim gerçekliğimizden bir parçalar. Belki de kendi gerçekliğimizi bu tiplerin varlığı ile daha tutarlı kavrıyoruz. Eğer toplumsal üst şuur zengin ve diri ise, negatif aykırılıkları bile kendi bütünlüğü içinde gücüne katacaktır. Her şeye rağmen Türkiye son derece bunalımlarla birlikte yaşadığı sıkıntılı dönemleri geride bırakıyor. Geçmişte yaşadıklarımızın ağırlığı karşısında bunlar sorun bile değil diye düşünüyorum.
|
|
30 Aralık 2010 - 00:15:51 |
|
|

Dolar |
|
|
1.538
|
1.548
|
|
Euro |
|
|
2.058 |
2.073 |
|
Sterlin |
|
|
2.385 |
2.430 |
|
Altın |
|
|
70.12 |
70.55 |
|
IMKB |
|
|
66004 |
|
|