|
|
 |
Elif Şafak, Komser Necati'yi nasıl çıldırttı?
Ahmet TEZCAN
[email protected] |
|
Sabahın üçü müydü ne? Yatalı yarım saat bile olmamış. Beynim çatlıyor. Gündüz Süleymaniye'de yüzlerce kitabın içinde bir kelime arayıp durmuşum: Merendi! Elimde bir tane vardı. Ben ikincisini arıyordum. Bu ne demektir bilir misin evlat? Okyanusun tam ortasında, dibe dalmışsın, elinde bir küpe var, eşi okyanusun içinde bir yerde ve sen o ikinci küpeyi arıyorsun. Çılgınca değil mi?
Sabahın üçü mü ne? Kapım yumruklanmaya başladı. Kalkıp açtım. Bizim Komser Necati. Gözleri fıldır fıldır. Üstünde buruşuk, kirli pardesü, tepeden tırnağa sırılsıklam.
"Buldum hocam" dedi. "Sonunda buldum!"
Ben hâlâ okyanustayım ya, "Neyi?" dedim. "Merendi'yi mi?"
"Yok" dedi. "Olan biteni buldum. Şems-i Tebrizi öldürülmemiş! Cinayet minayet yok!"
Elimde olmadan güldüm.
"Hakkaten delisin sen! Sabahın köründe Amerika'yı yeniden keşfettin yani öyle mi? Şems cinayeti hâlâ bir sır evladım. Öldürüldü diyen çok ama öldürülmedi diyen de çok. Bu bir keşif değil yani, bir iddia!"
Bu sefer bizim deli güldü.
"Yok hocam" dedi. "Keşfettiğim bu değil.Yanlış söyledim aslında. Yok olan cinayet değil, Şems'in kendisi!"
"Gel!" dedim. "Sen iyice sıyırmışsın. İçeri gel kurulan, belki aklın da başına gelir."
Çalışma odama aldım. Kuru çamaşır ve pijama, kazak falan getirip "Giy şunları! Ben de kahve koyayım. Anlaşılan bu gece de uyku haram bana!" dedim.
Döndüğümde koltuğa yarım oturmuş, bir ayağını aşağı yukarı titretip duruyordu.
"Bak kardeşim!" dedim. "Kristof Colomb Amerika'yı keşfetti. Sonra Americo Vespuçi gidip bir daha keşfetti. Colomb buranın yeni bir kıta olduğunu bilmiyordu, Hindistan'a vardım zannetmişti, o sayılmaz deyip bulunan yere Vespuçi'nin adını verdiler Amerika dediler. Şimdi sen kalkmış ben orayı bir daha keşfettim, Amerika'ya artık Necati desinler diyorsun öyle mi?"
Kalktı, çalışma masama dayanıp Dedektif Nick pozu aldı:
"Diyeceğimi dedim hocam! Şems-i Tebrizi öldürülmedi!"
"Peki, velev ki öyle ama o zaman da ikinci tez gündeme gelir; Şems sır oldu, ölü ya da diri bulunamadı!"
Eliyle susturdu beni ve lafını tekrarladı:
"Hayır, Şems öldürülmedi. Çünkü, Şems yoktu! Şems-i Tebrizi diye biri hiç var olmadı yani! O yüzden öldürme de olmadı! Diri de değildi, ölü de! Şems yoktu hocam, Şems'i unut!"
Deliydi bu adam! Zır deliydi! Fakat delirmesinin suçu kendisinde değildi. Elif Şafak'tı onu delirten. Evet evet Elif Şafak, hani şu Aşk romanının yazarı, Bağdatlı dervişe İngilizce patlıcan oturtması tarif ettirdi diye eleştirilen yazar!
Bizim Komser Necati onun Aşk romanını okumuş, Şems cinayetini ihbar kabul etmiş, arkasından Ahmet Ümit'in Bab-ı Esrar romanı ile iyice sıyırıp katilin peşine düşmüştü. Şems Cinayeti'ni çözecek, Elif Şafak'a katili ihbar edecek, Ahmet Ümit'e yakalattıracaktı. Kendisi de Habertürk'e çıkıp Pelin Batu Tarihin Arka Odası'nda uyurken Murat Bardakçı'ya bütün macerayı anlatmayı umuyordu.
"Bak yavrum" dedim. "Okuduğun romanların etkisinde fazla kalmışsın! Şems yoksa Mevlânâ da yok demektir. Kafayı mı yedin sen?"
Yerinden fırlayıp öyle bir bağırdı ki yarım metre zıpladım:
"İşte bu!" dedi. "Demek istediğim bu! Mevlana da yok! O da hiç olmadı! İki yıldır araştırıp durdum. Hatta Dan Brown'a bile sordum. Adam benim için papaz kılığında Vatikan arşivine girip araştırma yaptı, yok, orda bile tek kelime yok! Ne Şems, ne Mevlânâ!"
Tepem attı:
"Tabii olmaz kerata!" dedim. "Mevlânâ Vatikan'daki Papa'ya ne olursan ol yine gel diye davetiye mi yazmıştı sandın? Da Vinci'nin Şifresi mi sandın sen Mesnevi'yi?"
Bizim deli ilk defa akıllanmış olacak ki alaycı bir şekilde güldü:
"Da Vinci mi? Öyle biri yoktu ki!" dedi. "Dan da kabul ediyor artık bunu! Onun da kafasına dank etti! Olmayan bir adamın şifresinin peşinde harcadığı yıllara yanıyor şimdi!"
Dan'ın dangalaklığı sabrımı taşırdı.
"Tamam!" diye bağırdım. "De ki ben de kabul ettim. Mevlânâ da yok Şems de! Da Vinci'nin canı cehenneme! Peki neyi kanıtlar bu? Söyler misin? Varlık âleminden yokluk alemine geçtiğini mi ispatlamaya çalışıyorsun bana?"
Omuzları çöktü birden.
"Daha kötüsü hocam!" diye inledi. "Vardığım sonuç şu: Elif Şafak diye biri de hiç olmamış!"
Bu kadarı fazlaydı doğrusu. "Saçmalama!" dedim. "Daha geçen gün televizyonda gördüm kızı. Ellerinde parmakları kesik siyah eldivenler vardı. Yüzü biraz solgundu ama uzun süre kaldığı Londra havasından olmalı diye düşünmüştüm, yok olduğundan değil!"
Komser Necati dokunsan ağlayacaktı:
"O gördüğün bir markaydı hocam!" dedi. "Geçen gün okudum; aklımı oynattım, hatta Reha Muhtar bile çıldırmış, çünkü Elif Şafak 2010 yılının markası seçilmiş! O sadece bir markadan ibaretmiş!"
Senin yerinde olsam ben de gülerdim evlat! Gülemedim ama! Çünkü karşımda bir çuval gibi yığılmış olan kişinin hali hiç de gülünecek gibi değildi. O Şems'i de Mevlânâ'yı da Elif Şafak'tan öğrenmişti. Elif Şafak yoksa ne Şems kalırdı ortada ne Mevlânâ! Aşk zaten yoktu!
"Haklısın!" dedim. "Ama şükürler olsun hâlâ var olan bir şeyler var!"
Son bir ümitle baktı, "Nedir o?" dedi.
"Sen ve ben tabii ki!" dedim. "Haydi kalk! Şu aynaya bakalım ve en azından bu gece ikimiz varlığımıza şükredelim!"
Kalktık. Aynanın karşısına geçtik. Fakat aynada hiçbir şey yoktu. Ayna bomboştu. Ne Komser Necati vardı aynada ne de ben!
Necati'ye ne oldu bilmiyorum. Fakat o gün bugündür ben kendimi arayıp duruyorum!
Şey... Rica etsem; beni bulabilir misiniz acaba? Bulursanız, Komser Necati'ye haber verebilir misiniz? Şayet varsanız tabii! Size söylüyorum! Heeey! Kimse var mı orda?
|
|
26 Aralık 2010 - 10:41:10 |
|
|

Dolar |
|
|
1.549
|
1.559
|
|
Euro |
|
|
2.046 |
2.061 |
|
Sterlin |
|
|
2.370 |
2.410 |
|
Altın |
|
|
69.84 |
70.23 |
|
IMKB |
|
|
66361 |
|
|