|
|
 |
“68 Sendromu yeniden mi?”
Ahmet ÖZCAN
[email protected] |
|
Yüksek öğretime başladığımız yıldı, altmış sekiz.
Daha kayıt yaptırdığımızın ilk haftasıydı.
Kendilerini devrimci gençler olarak lanse eden ‘Boykot Komitesi’nce okulun bahçesine bir çadır kurulmuş ve bildiri dağıtılıyordu.
Bildiride özetle “Süresiz boykot kararı alındığı, gerekçe olarak da eğitim süresinin üç yıldan dört yıla çıkarılması ve yatılılığın kaldırılıp yerine burs verilmesi” isteniyordu.
Gerekçeler makul olduğundan itirazsız herkes destek veriyordu.
Öğretimin durması üzerine yöneticiler yatılılık hizmetlerinin verilmeyeceğini ilân edince, bavulunu alan memleketinin yolunu tutmuştu.
Bazı arkadaşlar gibi ben de tedbirli davranmış ve Bursa’da kalan bir arkadaşıma lüzumu halinde telgraf çekmesi için para bırakmıştım.
Oda ne? Daha biz Ankara’ya varmadan telgraf ulaşmış bile.
“Boykot sona erdi acele geri gelin” diye.
Okul boşalır boşalmaz Boykot Komitesi idareye başvurup boykotu sona erdirdiklerini bildirmişti.
Okulun dörtte üçü yatılı öğrenciydi ve mali müeyyideli senet imzalamıştı.
Yönetmelik uyarınca bir ay boyunca mazeretsiz devamsızlık yapan öğrenci yatılılık hakkını kaybediyordu.
Ayrıca, disiplin soruşturmasına muhatap olmak da vardı.
Sinsi bir tezgâh kurulduğunun farkına çabuk varmıştık Allahtan.
O yıl huzurlu bir eğitim yılı geçirmiştik.
Ama okulda yoğun bir örgütlenme faaliyeti devam ediyordu.
Ankara başta olmak üzere büyük kentlerde boykotlar işgale dönüşmüş ve çatışmalar başlamıştı.
Çatışmanın sol yanında yer alanlar ile karşısındakileri ayıran şey sınıfsal değildi.
Ama ayrışmanın temelinde inanç ve değer karşıtlığının olduğu açık ve netti.
Daha sonra Dev-Genç adını alacak olan yapı içerisinde yer alanlar, Gizli Ermeniler, Aleviler, Siyasi Kürtçüler ve İslâm ve Demokrasi Karşıtlarıydı.
Nihai hedeflerini ise sosyalizm kalkanı ile kamufle ediyorlardı.
Devrim için zorbalık, kamu malına zarar, şiddet, işgal, soygun, adam kaçırma, gasp ve öldürme dâhil her şey mubahtı.
Kendilerini azınlık olarak görenlerin demokrasilerde açık kimlikleriyle yönetime gelme şanslarının olmadığını biliyorlardı ve iktidarı ele geçirmenin tek yolu olarak askeri bir darbe veya halk ayaklanması olduğunu düşünüyorlardı, tıpkı o yılların Irak’ı, Suriye’si ve Küba’sında olduğu gibi.
Bir merkezden yönlendirildikleri açıktı.
27 Mayıs Darbesini yapanlar arasında yer alıp da, sosyalizmi gerçekleştiremeyen ekibin boş durmadığı biliniyordu.
Önce Talat Aydemir kalkışması yaşandı ve bastırıldı.
Bir sonraki merkez ise Ankara’da darbe için hazırlık yapan cuntaydı. 9 Mart 1971’de yeni darbe girişimi engellenmiş ve darbecilerin tasfiyesi için 12 Mart Müdahalesi yapılmıştı.
İşte bugün 68 kuşağı adıyla yeniden fırına verilen kokmuş kellenin unutulan hikâyesinin özeti.
Ülkemize kesilen faturada ise iki askeri müdahale, beş bin gencin ölümü yanında nicelerinin harcanması ve otuz yıldan beri ülkenin kan ve canını emen lanet PKK bölücülüğü ve DHKP-C terörü yer alacaktı.
68 dönemi devrimcileri, bugün o dönemde olup bitenlerden bihaber insanlara, saçma sapan ve hayali senaryoyla üretilmiş “Öyle bir Geçer Zaman ki” dizisinde yutturulmaya çalışıldığı gibi ürkek, masum ve mazlum değildi.
Bugünler de yeniden aynı senaryoları hâlâ kökü kurutulamayan darbeci odakların suflörlüğünde üfürmeye çalışmaları beyhudedir.
Yemezler artık.
Darbe işini unutun artık ve halkın tercihlerine saygılı olmayı öğrenin.
|
|
14 Aralık 2010 - 00:00:58 |
|
|

Dolar |
|
|
1.511
|
1.521
|
|
Euro |
|
|
2.017 |
2.032 |
|
Sterlin |
|
|
2.350 |
2.395 |
|
Altın |
|
|
67.48 |
67.98 |
|
IMKB |
|
|
65499 |
|
|