|
|
 |
Yasakçılığa hayır
Nihat ALTAY
|
|
Günümüzde hala mütedeyyin kesime karşı hiç bir zulüm yapılmadı tüm haksızlıklar ve zulüm karşı tarafa yapıldı diye yazan aydınlar, yazarlar, profesörler ve akademisyenler bulunmaktadır. Ben belki onlar kadar okumamış, araştırmamış olabilirim veya çok cahilde olabilirim. Ama Allah bana her şeyi anlamam için akıl, doğruyu ve yanlışı görmem içinde iki göz vermiş.
Burada öncelikli sorum şu olacaktır. Kim bu karşı taraftakiler? Laikler mi? Hiç sanmıyorum çünkü bende laikliğin sıkı savunucularından biriyim. Atatürkçüler mi? Yine sanmıyorum çünkü ben de Atatürk'ün gösterdiği yolda ilerliyorum. Karşı taraf kimdir bilmem ama namaz kılanın, oruç tutanın, başörtülü genç kızlarımızın, yaşlı analarımızın haksızlığa, zulme uğradığını bal gibi de biliyorum.
Bir ana haber bülteninde namaz kılan öğrencileri sanki hırsızlık yapıyorlarmış gibi göstermek zulüm değil de nedir? Haydi kızlarımız okula kampanyası başlatıp sonra okul kapısından geri göndermek zulüm değil de nedir? Birçok başarıya imza atmış askerlerimizi sırf namaz kılıyor diye sorgusuz kapıya koymak zulüm değil de nedir? Bu yapılan zulümlere daha yüzlerce örnek verebilirim. Bu taraftakiler, karşı taraftakiler diyerek, insanlar arasında ayrım varmış gibi mahalle baskısı uygulamak zulmün en büyüğüdür.
Bazı ideolojiden başka bir şey düşünmeyen kişiler planlı bir şekilde bu nifak tohumlarını aramıza ekiyorlar.
Şimdi size yaşanmış kapı gibi gerçek iki örnek vereceğim.
Lütfen sonuna kadar okuyarak yüzlerce mağdurumuzdan sadece ikisinin yaşadıkları zulmü görün.
YAŞ yoluyla irtica ve disiplinsizlik gerekçesi ile ihraç için bir örnek “Aydın Yılmaz Yüzbaşı”dır.
“...Uzman bir savaşçıydı... Dünyanın en dürüst insanıydı... kibardı... sosyal insandı... çok güzel konuşurdu... Şehit verdiğimizde ağlardı Aydın yüzbaşı. Bir kez korucuları şehit olan bir köye taziyeye gitmiştik. Köylüler bizi köyün içinde karşıladılar. Az sonra kendisini tutamadı, hıçkırıklarla ağlarken mahcup olup köylüler karşısında kayıp vermenin zedelediği onuru ile gruptan hızla uzaklaştı ve orada ağlıyordu. Onun o insani duyguları hepimizi duygulandırdı...
Cesur insandı yüzbaşı defalarla çatışmaya girmişti: Van Çatak’ta bir çatışmada yaralanmıştı. Bir seferinde asker olan terörist, tipili bir gece de kendisini öldürmeyi planlamıştı. Asker kendisini fark eden astsubayı öldürmüş, Yüzbaşıya ulaşamayacağını anlayınca da hemen gidip koğuşunda yatağına yatmıştı. Her şeye rağmen teröristi ortaya çıkarmayı başardı Aydın Yüzbaşı.
Çalışkandı, işine titizdi, işini iyi biliyordu. En sorunlu bölge olmasına rağmen nasılsa Aydın yüzbaşı var diye Dargeçit’ten endişelenmiyorlardı ildeki Komutanları; ama Sakıncalı Yüzbaşı Aydın namaz kılıyordu bunu hiç kimseden gizlemiyordu ama bağnaz bir insan değildi, asla suçlandığı türden art niyetleri yoktu. Eşi kapalıydı yüzbaşının, Boğaziçi üniversitesi mezunu hanımefendi bir kadındı. Kapalıydı ama herkesten daha çok sosyal ve moderndi. Her şeye rağmen sakıncalıydılar. İle gittikleri zaman orduevinde kalamıyorlardı, restoranında yemek yiyemiyorlardı. Peki ama Dargeçit Jandarma komutanı herhangi bir otelde kime neye ve niye güvenerek kalacaktı?
Her Askeri Şura toplandığında, sonuçlar açıklanıncaya kadar uyumuyordu. “Kaymakam Bey her şey bir yana çocuklarım ‘Seni niye attılar?’ diye sorarlarsa onlara ne cevap vereceğim ben?” diyordu. Yüksek Askeri Şura’da liste açıklanınca da o insan yüzüyle tebessüm ederek “Yırttık yine” diyordu. Ona “Dargeçit’te iyi çalışıyorsun Yüzbaşım, senin gibisini bulamazlar; ama sen bütün planlarını Dargeçit’teki görevden sonra atılacağına dair yap, sen kesinlikle atılacaksın” diyordum. Adana’ya tayin olmuştu. Lojmanda oturması eşinin kapalı olması nedeniyle yasaktı. Ev de tutamıyordu; çünkü Adana’da PKK’lı çoktu. Dışarıda kiralamak zorunda olduğu evi için çocuklarına bir kötülük yapılır diye endişe ediyordu.
Bir akşamüstü ziyaretime geldi Yüksek Askeri Şura’nın toplanmasına iki gün vardı. Tayin olup gitmesine ise on gün.
-Ben helalaşmak için geldim Kaymakam Bey!
-Evet. Cehennem deresine gidiyorum. Gene yanıma seçkin birkaç rütbeli, er ve sağlam koruculardan alıp üç gün pusuya yatacağım oralarda. Ne yapayım Kaymakam Bey? Cehennem deresini biliyorsun ben gitmesem kimse cesaret edemiyor, gönderemiyorum kimseyi ama oraları da boş bırakmak kanıma dokunuyor.
-Hakkım helal olsun Yüzbaşım sen de helal et.
-Benden de helal olsun, ölümlü dünya, gittiğimiz yerin adı üstünde “Cehennem Deresi” dedi duygusallaştı.
Hava kararmıştı elektrikler de kesikti. Şimdi Dargeçit kocaman hayalet gibi gözüküyordu pencereden. Küçük pilli radyomu açtım “Asker vurulmuş komşular havar...” diyordu şarkıcı. Karanlık makam odasında şimdi birbirimizi gölge gibi ancak seçebiliyorduk. “Bana sakıncalı gibi bakılması kanıma dokunuyor Kaymakam Bey, Şura toplantısına sadece iki gün var; ama, ben buna rağmen hiç kimseyi gönderemediğim Cehennem deresine üç gün pusu atmaya gidiyorum. Ben masamdan kalkmasam hiç kimse sen niçin pusuya gitmiyorsun demez bana. Benim iki tane çocuğum var. Sana helalleşmeye gelecek kadar tehlikeli bir göreve gidiyorum. Peki ben sakıncalıysam kim vatanperver? Buna hakları yok Kaymakam Bey bu kanıma dokunuyor, onurum kırılıyor, inancım beni daha çok vatansever yapıyor sadece; dürüst yapıyor, vicdanlı yapıyor” derken yüzbaşı karanlıkta ağlıyordu. Karanlıktan fırsat bulup bende ağlıyordum....
Yüzbaşının Şuradan atıldığı saatlerde, bir kurşunla şehit olma ihtimali vardı, öldüğünde de asker olmayacaktı belki. Belki de ordudan atıldığından habersiz asker üniforması ile pusuda olacaktı. Yüzbaşı yine atılmadı kazasız belasız döndü Cehennem deresinden. Sonra Adana Yüregir ilçesi Jandarma Komutanı oldu.
Siirt Vali Yardımcısıydım. Bir Okul müdürünün odasında oturuyorduk cep telefonu çaldı:
-Kaymakam Bey, ben Aydın!...
-Tanıdım nasılsın?
-Teskereyi aldım sonunda... derken. “Yırttık yine!” derken o acı gülümseyiş vardı ifadesinde, içim yandı geçti. Dargeçit’in yüzbaşısının atılmasını kabullenebilmem imkansızdı. Ağlamaklı oldum ama etrafımda insanlar vardı, kendimi topladım...
-Yüzbaşım bunu ikimizde bekliyorduk. Sen ülken için herkesten fazlasını yaptın. Çok zor şeyler atlattın. Bu en kolayı senin için.
-Hiç üzülmedim. Ben kendim ayrılsam Allah’a hesap vermeliydim, ülkem için ama kendileri attılar.
Atıldıktan sonra da ona hep yüzbaşım diyordum. Ne kadar zordu. Daha sonra işsiz kaldı yüzbaşı, bir ara babasıyla tavuk işine girdi, ekonomik kriz nedeniyle iflas etti. Resmi kurumlar ve özel şirketler de konjonktürün etkisi ile iş vermiyorlardı.
Kaymakam Ahmet Çınar’ın Etkin kitaplarda çıkan “Ben bir Kaymakamım-her şeyi yazamadım” isimli kitabından alıntıdır.
İkinci örneğimiz şapkayla derse giren bir genç kızın acı hikâyesi.
Ezilenin, hor görülenin, aşağılananın, tecrit edilenin, insanlık dışı bir saldırıya uğrayan genç kızın adı Tuba Dişiçürük. İki yıl başörtüsü sebebiyle fakültede gayriinsanî tutumlara çokça muhatap olmuş. Bakışları nasır tutmuş. Bakışlar nasır bağlar mı? Bağlar...
Her daim üniversite kapısındaki özel güvenlik görevlilerinin kırıcı ve ayırıcı muamelelerine sadece başörtünüz veya başörtünün işlevini sağlayan bir materyal sebebiyle katlanıyorsanız...
Bakışlarınız ızdırap dalgaları içinde donar ve o şekliyle nasır tutar.
Tuba derse şapkayla girer,
Dersin hemen başında öğretim üyesi N, Tuba'ya şapkayı çıkarmasını söyler. Tuba ise şapkayı çıkarması için hiçbir gerekçe olmadığını söyler.
Ders başlar ama Tuba'nın morali bozulmuştur. Birinci ders bu şekilde biter ama ikinci derse girildiğinde aynı öğretim üyesi, şapkalı Tuba Dişiçürük'e hitaben tüm sınıfın önünde şunu söyler:
-Tuba seni derste yok yazıyorum.
Her iki ders için de Tuba'yı yok yazar. Bu öğretim üyesi geçen sene de Tuba'yı sınıfa almamış ve Tuba devamsızlıktan dersi geçememiştir. Tuba böylesine hukuksuz ve vicdan dışı bir tavırla aynı dersten tekrar kalmak korkusuyla cesaretini toplar ve:
-Hocam, tüm sınıf burada olduğumu görürken beni nasıl yok yazarsınız?
Öğretim üyesi N, sesini yükselterek:
-Bu meseleyi Cumhurbaşkanı, Başbakan çözemedi sen mi çözeceksin, bana şapkayla derse girilebileceğine dair bir belge getir, seni ona göre derse alayım, yoksa şapkanı çıkaracaksın!
Tuba ızdırap içinde son bir gayretle YÖK Kanunu'nda ve Anayasa'da şapka takmaya dair herhangi bir yasak olmadığını isabetle ifade eder.
Öğretim üyesi hiddetle Tuba'nın üzerine doğru yürüyerek:
-Sen derse böyle girerek benim pes etmemi istiyorsun ama pes etmeyeceğim etmem de!
Ve daha da küstahlaşarak şöyle devam eder:
-Sizin gibi alçak ve şerefsizlerden mi dini, ahlakı öğreneceğiz?
Tüm sınıfın önünde bu sözleri duymaktan çok incinen, yaşadığı travmayı anlamaya çalışan Tuba suskunluğunu korurken, öğretim üyesi insanlığın sükût ettiği noktaya ulaşır ve Tuba'ya şöyle bağırır:
- İt!
-Ne diyorsunuz hocam! Sizin gibi bir üniversite hocası bu kelimeyi nasıl söyler?
Öğretim üyesi yediği haltın ve küstahlığının farkına varmış olacak ki:
-Tamam, özür diliyorum ama sen bal gibi biliyorsun.
Tuba, gözyaşları içinde sınıfı terk eder.
İşte, Müslümanlara baskı yok diyen vatandaşlara kapı gibi iki gerçek olay.
Yorum sizin.
Nihat Altay
STDM Aktivisti
YAYINLANMASINI İSTEDİĞİNİZ GÜNDEME İLİŞKİN YA DA GÜNDEM DIŞI YAZILARINIZI [email protected] ADRESİNE GÖNDEREBİLİRSİNİZ...
|
|
21 Kasım 2010 - 00:01:03 |
|
|

Dolar |
|
|
1.443
|
1.453
|
|
Euro |
|
|
1.965 |
1.980 |
|
Sterlin |
|
|
2.281 |
2.325 |
|
Altın |
|
|
62.88 |
63.32 |
|
IMKB |
|
|
67926 |
|
|