|
|
 |
Yeni Osmanlıların yanılgısı
Ahmet ASLAN
|
|
Özellikle Ortadoğu ve Balkan coğrafyasında yaşanan her çatışmada "Osmanlı tarihini bir inanç alanı" Osmanlıları da "kutsal" olarak algılayan Yeni Osmanlılar sahneye çıkarak Osmanlı düzenine olan özlemlerini dile getirirler.
Savaşların eksik olmadığı bu topraklarda Osmanlı hâkimiyeti ile sağlanan huzurdan dem vurarak, yüzyıllar boyunca Osmanlıların Ortadoğu ve Balkanlar’da sağladığını iddia ettikleri barış ortamından söz ederler. Hatta dünyada barış ve huzur atmosferinin Osmanlı yönetim anlayışıyla geleceğini savunurlar. Öyle ki Osmanlılarda Gayri Müslimlerin uymakta zorunlu oldukları kuralların belirtildiği fermanları unutarak Huntington'un "Medeniyetler Çatışması" tezinin ancak Osmanlı reçetesiyle aşılacağı umuduyla hareket ederler.
Tuhaf olansa politik psikiyatrinin özel inceleme alanı olarak eğilmesi gereken bu zihniyetin bazen siyasal aktörler tarafından da benimseniyor oluyor olması. Türkiye'nin mevcut siyasal ve ekonomik durumundan memnun olmayan "akıncılarımızın" yoğun ajitasyon çalışmaları ise bu benimsemeyi kolaylaştırıyor.
Osmanlı’ya özlemin kendini imparatorluk sevdasından kurtaramayan ve dünyayı "feth” edilecek bir alan olarak algılayanlardan kaynaklı olduğunu belirtelim. Bu zihin dünyası Mehter Marşı eşliğinde yeni bir "gaza ve cihat" arzusunun bilinçaltını ortaya koyuyor. Bugün Amerika’nın Irak’taki işgaline öfkeyle ve haklı olarak karşı çıkarken dünün Osmanlı Devleti’nin Irak’ta ne aradığını “amalarla” meşrulaştırmaya çalıştığının farkında olamıyor maalesef. Yavuz’un Sina Çöllerindeki seferini çölde yağan yağmurla kutsallaştırırken Yavuz’un Baharat Yolu’nu ele geçirme niyetini ıskalıyor, askeri seferi sadece kutsal bölgelerin güçlü Osmanlı hakimiyetine alınmasına indirgiyorlar.
Cumhuriyet idarecilerinin 1914’ten 1922’ye kadar süren ve Anadolu’da her evden bir can alan bitmez savaşı Lozan’da sonlandırma girişimini bir “hezimiyet” olarak değerlendiriyorlar. Cumhuriyet kadrolarının yayılmacı bir çizgi izlemeyerek mevcut sınırlarda demokrasiyi değil cumhuriyeti kurumsallaştırmaları ve Osmanlı geleneğini silen çabalarından rahatsızlık duyuyorlar. Cumhuriyeti kuran ”Osmanlı Paşalarının” Osmanlının kültürel mirasını yadsıyıp Batı dünyasının sözüm ona çağdaş değerlerini jakoben bir anlayışla referans almalarının yanlışlığından çok saltanatın ve hilafetin kaldırılmasında bir haksızlık arıyorlar. Ve her çatışma durumunda ortaya çıkıp kendi çağının bile gerisinde kalmış Osmanlı düzenini çağımıza örnek olarak sunmaktan geri kalmıyorlar.
Ortadoğu ve Balkanlar ise Yeni Osmanlılarımızın en temel örneğini oluşturur. Üstelik bunu dünyanın en sorunlu bölgelerinin neden uzun yıllar Osmanlı yönetiminde kalmış yerler olduğunu sorgulamadan yaparlar. Osmanlı düzenini sürekli olarak toplumun önüne sunanlara şunu hatırlatmakta fayda olsa gerek.
Osmanlı hâkimiyeti Ortadoğu ve Balkanlar’daki çatışmaların ve işbirlikçi yöneticilerin tarihsel laboratuarıdır. Çünkü Osmanlı bu bölge halklarını yönetimi altında tutabilmek için uzun yıllar boyunca yerel yöneticileri kullandı. Yöneticiler de yerel hâkimiyetlerini sağlamlaştırmak için Osmanlı’nın merkezi gücüne dayandılar. Varlıklarını içinden geldikleri halklarından değil, Osmanlı sarayı üzerinden meşrulaştırmaya çalıştılar. Yerel güçlerini Osmanlının merkezi gücüyle pekiştirme yolunu seçtiler.
Tıpkı bugün Kosova'nın devletleşmesi için Batı’ya, Arap yöneticilerinin iktidarlarını sürdürmeleri için Amerikan desteğine ihtiyaç duymaları gibi.
Çünkü bu topraklardaki uzun Osmanlı hâkimiyeti özyönetim dediğimiz iradenin gelişmesini engellemiş, geliştirmeye çalışan güçleri tırpanlamıştır. Osmanlı siyasal ve ekonomik anlayışı bu bölgelerde üretici güçlerin gelişmesini dondurmuş bağımlılık ilişkilerinin başlangıcına yol açmıştır.
Özyönetim dediğimiz şey kişisel olarak düşünüleceği gibi toplumsal olarak da tasarlanabilir. Özyönetim,bir toplumun kendi sorumluluklarını yerine getirebilecek beceri durumuna erişme çabalarıdır. Kendini yönetebilecek ilk davranış biçimlerinin ortaya koyma gayretleridir.
Özyönetimin gelişmeye başlaması ise bireylerde olduğu gibi toplumlarda da özgürlükçü bir sistemin varlığıyla mümkündür. Veya bunun gelişmesini engelleyecek otoriter bir sistemin olmaması gerekir. Aynı zamanda bu becerilerin kazanılmaya başlanacağı dönemlerde uygun koşulların oluşturulması gerekir. Arap ve Balkan coğrafyasında toplumsal güçlerin özyönetime dönük tüm çabaları sert Osmanlı tokadı ile sekteye uğratılması bu yeteneğin gelişmesini engellemiştir.
Devletleşme ve bu toplumların kendi dinamiklerine dönük tüm adımları "Nizamı Âlem" adına engellenmiştir. Özyönetim alışkanlığının gelişmesi böylece durdurulmuş ve bağımlılık ilişkilerin başlangıcı Osmanlı ile hem atılmış hem de yüzyıllar boyunca süren Osmanlı hakimiyeti ile de derinleştirilmiştir.
Özellikle Ortadoğu'da Arap yönetimlerinin otoriter ve dış dinamiklere dayanarak varlıklarının sürdürmelerinin tarihsel mirası bu bağımlılığın eseridir. Bu alışkanlık Arap yöneticilerinin tümünde bugün görülebilir.
Ortadoğu ve Balkanlar’daki her çatışmada ekranlarda sarsılmaz bir Osmanlı savunucuları olarak karşımıza çıkan Yeni Osmanlıların yanılgıları sadece bununla da sınırlı değil. Ama Türkiye’de tarih, ideolojiler savaşının bir alanı ve tarihçilikte meddahlık ile tellaklık arasında sıkıştığı için gerçeği anlama çabası önyargıların esiri oluyor. Bu nedenle talan ve yağmayı fetih, inkar ve baskıyı çağdaşlaşma, işgalin ise özgürlükle cilalanarak sunulması tarihçilere düşüyor. Bundan dolayı cumhuriyetin resmi tarihçilerine kör bir sadakatle inanan “çağdaşlar” olduğu gibi Osmanlı padişahlarına övgüler sıralamakla yarışan saray vakanivüslerinin yazdıklarına sorgusuz sualsiz inanan “muhafazakarlarımız” da bulunuyor. Türkiye’de tarih yazımının ve öğretiminin bu dar anlayıştan kendini kurtaramamasının sonuçlarını ise ”tekerrür eden tarihi” yaşayarak görüyoruz. Bu anlayış kırılmadığı müddetçe de bize Nietzsche’nin çok zaman önce yaptığı gibi” çağdaş insanın gençliğe verdiği tarihsel eğitime karşı protestoda” bulunmak kalacak.
Yeni Osmanlıların tarih bilinçlerinde buna dönük çabası cumhuriyet tarihçilerine karşı olarak gelişen “romantik tarihçiliklerinin” aşılmasında önemli rol oynayacaktır. Bunun tersi bir yaklaşım ise onları her cümleye “çağdaşlık ve aydınlanma” nakaratıyla başlayan cumhuriyet tarihçilerinden farklı kılmayacaktır.
YAYINLANMASINI İSTEDİĞİNİZ GÜNDEME İLİŞKİN YA DA GÜNDEM DIŞI YAZILARINIZI [email protected] ADRESİNE GÖNDEREBİLİRSİNİZ...
|
|
20 Kasım 2010 - 00:22:00 |
|
|

Dolar |
|
|
1.459
|
1.469
|
|
Euro |
|
|
1.976 |
1.991 |
|
Sterlin |
|
|
2.307 |
2.350 |
|
Altın |
|
|
63.81 |
64.36 |
|
IMKB |
|
|
67279 |
|
|