|
|
"Atatürk, asker ve dini asla yazmam" |
|
İletişim uzmanı Psikolog Doğan Cüceloğlu
|
Öfke, korku, endişe ve kaygı... Ön yargı ve korku içinde yaşayanlar... Doğan Cüceloğlu kitabı 'Korku Kültürü'nde 'mış gibi yaşayan', korkan, korkutulan insanlardan bahsediyor. Türkiye'deki yerleşik düzeni, siyaseti, halk yığınlarını ve Kürt sorununu bu açıdan anlatıyor. Mevcut baskıdan ötürü bugün bazı konularda kalemi asla eline almayacağını söylüyor |
|
Röportaj: Burcu BULUT
İletişim uzmanı Psikolog Doğan Cüceloğlu, insanlar arası ilişkilerin yanı sıra Türkiye üzerine de çok kafa yoruyor. Kitabı 'Korku Kültürü'nde hayat tarzımız üzerine saptamalarda bulunan Cüceloğlu'na göre Türkiye'de yıllardan beri korku kültürü hakim. Üstelik de böyle başlamış böyle gidiyor. Din, devlet, aile, eğitim anlayışımız hep bu kültürün ürünü. Değerler buhranı yaşanıyor ve bu Türkiye için çok tehlikeli. Cüceloğlu da 'Korku Kültürü'nde 'mış gibi yaşayan', korkan, korkutulan bu insanlardan bahsediyor. 'Birey olma ve istediğin ölçüde saygı görme olanağı yoktur korku kültüründe. Otoriteler senin kim olman gerektiğine karar vermiştir bir kere. Aradan dik başlı biri çıkarsa da ilk önce uyarılır, inadına devam ederse hapse atılır' diyor. Mevcut baskıdan dolayı 'Atatürk, askerler ve din üzerine kitap asla yazmam' diyen Cüceloğlu'nun Türkiye'nin bugünkü durumuna ilişkin çarpıcı tespitleri...
ÇAKTIRMADAN YAPMAK LAZIM
- Korku Kültürü kitabınızda 'mış gibi yaşayan' insanlardan bahsediyorsunuz...
Bu insanlar neden 'mış' gibi yaşıyor? Çünkü korku kültürü içinde yetişiyorlar. Burada iki tip insan vardır, korkan ve korkutan. Biri eksik olursa sistem çalışmaz. Korku kültüründe baskı vardır, birey olarak özgürce, istediğin gibi davranamazsın. Ailen, çevren, çalıştığın kurum ve devlet tarafından kabul görmezsin. Üzerinde sürekli baskı hissedersin. Birey olma ve istediğin ölçüde saygı görme olanağı yoktur korku kültüründe. Otoriteler senin kim olman gerektiğine karar vermiştir bir kere. Aradan dikbaşlı biri çıkarsa da ilk önce uyarılır, inadına devam ederse hapse atılır. Bugün işleri çaktırmadan yapma zamanı! Bunu bilmek lazım.
- Çaktırmadan nasıl yapacağımız işlerimizi? Yolu yöntemi var mı?
Sanat, mizah, karikatür çizerek belki.
SEN BENİ KORKUT...
- Korku kültüründe bastırılan toplumun psikolojisi nasıl?
Korku kültüründe hakim olan duygu kendini herkesten üstün görmek. Bir de saygı kültürü vardır ki, orada insanlar aynı ekipte, işbirliği içinde... Mesela siyasi partileri düşünün. Muhalefetteki parti diyor ki 'bunu, şunu neden yapmadın?' Bunun üzerine diğer parti soruyor 'madem öyle sen iktidardayken neden yapmadın?' İşte korku kültüründe böyle bir meydan okuma var. Ve partilerin birbirinden farkı yok! Korkanlar ve korkutanlar var. Mekanizma ise şöyle işliyor. 'Sen beni korkut, menfaatim için bunlara katlanacağım ama iktidara geçtiğinde çaba ve beklentilerimin karşılığını alırım'
- Saygı kültüründe partilerin durumu ne olur?
O zaman partilerin ortak görüşü 'biz Türkiye'ye hizmet etmek için varız' şeklinde olur. Saygı kültürü güven yaratırken, korku kültürünün yarattığı tek şey korku ve şiddettir. Kim kimi yönetecek kavgası içindeki Türkiye bugün maalesef korku kültürünün esiri.
- Ne zamandan beri etkin?
Türkiye'de yıllardan beri korku kültürü hakim. Böyle başlamış böyle gidiyor. Din, devlet, aile, eğitim anlayışımız hep bu kültürün ürünü. Çok şükür ki şimdi konuşabiliyoruz.
- Konuşmaya ne zaman başladık peki?
Tanzimat'la birlikte başladık. O zamanlar cılız bir sesti bu, gittikçe büyüdü Cumhuriyet döneminde. Bu dönemde de her şeyi konuşamadık. Bugün eskiye nazaran daha bilinçli ifade edebiliyoruz kendimizi. En azından birey olarak ben üzerimde bir baskı hissetmiyorum. Ama şunu da açıkça söyleyeyim. Şu an Atatürk'le, dinle ve askerlerle ilgili bir kitap asla yazmam. Çünkü daha kitabın kapağı görüldüğünde düşünülecek şu olur: 'Atatürk'ü övmekten başka bir şansı yok ki bu adamın?' Dinle ilgili bir kitap yazmış olsam 'En kutsal, en yüce din, son peygamberin dinidir. Her şeyin en iyisi buradadır' mesajından başka bir şey veremem. Söyleyemem. Toplum buna hazır değil çünkü. Türkiye'de din, Atatürk ve asker konusunda büyük bir baskı var.
KORKU VE ÖFKE BİRLİKTE
- Korku kültüründeki Türk insanının duygusu ne?
Adını koyamadığımız olumsuz bu duygunun dışa ilk yansıması korku şeklinde... Kendinden güçlü birini gördüğünde bu duyguyu hissedersin. Fakat kişi kendinden güçsüz biriyle karşılaştığında bu sefer bu duygu dışa öfke olarak yansıyor.
- Baskıdan kurtulabilmek mümkün mü?
Eşitlik yakalanabilirse evet. Kendini baskı altında hisseden kişi eşitlik ortamı bulduğunda ilk önce öfkesini kusar. Çünkü içinde birikmiş olan tüm duygulardan ancak bu şekilde arınır. Bu bir katarsistir. Yani, çok çeşitli türden gerilimi sona erdirmek, rahatlamaktır. Eğer açığa çıkarılan öfkeye karşı sakin bir şekilde karşılanmazsa, huzur bozulur ki bugün yaşanan maalesef budur. Olması gereken şey ise karşılıklı anlayış, tolerans ve sevgidir. Esasında sorunun özünde sevgisizlik ve bilinçsizlik var. Çünkü sevginin olduğu yerde korku yaşayamaz. Mesela bugün çok konuşulan Kürt sorununun özünde de bu var.
EFENDİ - KÖLE YAŞAMI
- Kürt sorununa nasıl bakıyorsunuz? Çözüm noktasında nasıl bir araya gelinecek?
Bir taraf diyor ki; 'Benim dediğim şekilde yaşayacaksın. Kurallarıma uyacaksın. Aksi halde kendimi güçsüz ve tehlikede hissederim. Ve seni yok ederim.' Öbür taraf da diyor ki; 'Benim de var olmaya hakkım var. Kendi zenginliğim içinde benim de müziğim olmalı ama beraber dans etmeliyiz.' Gördüğüm tablo bu. Karşıdaki korkuyorsa, güven yoksa ve bu güveni ancak denetlediği zaman elde edebiliyorsa çözüm asla bulunamaz. Bu bir yaşam tarzı ama insanca bir yaşam tarzı değil! Bu bir efendi-köle yaşamı. Hanefi Avcı'nın kitabını okuyanlar bilir. Devlet kendisinden beklenen bilince ve yeteneğe sahip değil! Bir örnek vereyim. MGK beni davet etmeyi aklından bile geçirmiyor. Halbuki televizyonda bas bas bağırıyorum, kitaplarımda anlatıyorum 'Değerler buhranı var ve bu Türkiye için tehlikelidir' diyorum.
- Bu tehlikeyi biraz daha ayrıntılı anlatır mısınız?
Aramızda güven yoksa ve her an tabanca çekip seni öldürebileceğim duygusu içindeysen kendini rahat hissedebilir misin? Türkiye şimdi böyle bir duruma doğru gidiyor. Tanıdık, bildik olmayanı hasım olarak gören bir toplum haline geldik. 'Neden böyle oluyoruz?' diye kendimize sormamız lazım. Bazı temel değerler var ki bunlar yaşanmadığı takdirde insanın içi boşalır. Hatta toplumun içi boşalır ve hayat anlamsız hale gelir. Hayat anlamsız hale geldiği zaman bir insan ne yapar biliyor musunuz? Canlı bomba olur. Çünkü canlı bomba olarak ölürken hayatı anlamlı hale gelir. Çok tehlikelidir bu. Hayatın anlamını kaybetmiş insanlar her şeyi göze alırlar. Bu nedenle canlı bomba olmak isteyeni durduramazsın.
- Taksim'deki canlı bomba için de aynı teori geçerli mi?
Eğer bu olay incelenirse hayatın anlamını kaybetmiş, anlam arayışında olan bir insan çıkacak karşımıza. Hayatın anlamını kaybetmiş insan en tehlikeli insandır. Türkiye'de o kadar çok var ki böylelerinden. En kötüsü de bu zaten. Bizimse yaptığımız tek şey polis sayısını artırmak! Sorunun çözümü bu şekilde olamaz ki!
- Çizgiyi aşınca susturulanlar ve konuşanlar... Bugün hangisini daha sık görüyoruz?
İkisi de birbiriyle paralel bir şekilde gidiyor. Ortası yok. Ortanın bulunabilmesi için saygı kültürüne geçiş yapılmış olması gerekir. Oysa ki henüz saygı kültürünün
farkında bile değiliz.
TÜRK-KÜRT SORUNU TERÖR NEDENİ DEĞİL
TERÖRÜN nedenlerinden birini hemen söyleyeyim. Sorun Türk-Kürt sorunu değil! Sorun kişinin yaşamında istediği gibi var olmasına izin veren bir ortamın olmayışı. Esasında ne kadar masum bir istek değil mi? Ama emin olun hiç konuşulmuyor. Çünkü kimse ihtimal vermiyor, terörle bağdaştıramıyor. Ve belki de en önemlisi iyi bir iletişimin kurulamaması. Bu durum çözümsüzlüğü daimi kılıyor. Bu bir-iki kişinin çabasıyla çözülecek bir sorun değil. Bilinç meselesi. Bu bilincin yerleşmesi, oturması meselesi. Bu da zor, çok zaman alır Türkiye'de... Bugün evet, Kürt sorunu konuşuluyor. Ama sesi daha kuvvetli daha tiz çıkanlar derhal susturuluyor.
20 YILLIK STRATEJİ GELİŞTİRİLMELİ
KÜRT sorunun çözüleceğine kesinlikle inanıyorum. Bu sorun bilimsel bir yaklaşımla çözümlenebilir. Bir sosyolog eğer Kürt kültürüyle ilgili çalışma yapıyorsa ondan muhakkak yararlanmamız gerekir. Ve üniversitelerde bu konuda doktora yapacak kişiler destek görmeli. Sosyal antropoloji, sosyal psikoloji, kültürlerarası iletişim konusunda sadece bizdeki uzmanlardan değil dünyadaki uzmanlardan da yararlanmak lazım. Ve en az 20 yıllık stratejiler geliştirmek lazım. Bu sadece Türk-Kürt sorunu için değil, insanların medeni bir şekilde yaşayabilmesi için gerekli.
300 MİLYAR $ NEREYE HARCANDI?
Şimdiye kadar yaptığımız günü kurtarmak oldu, kalıcı hiçbir şey yapılmadı. Ve bu da karmaşık durumlara yol açtı. Bundan para, şan, şöhret, güç kazananlar kimler? Mevkiini, makamını garantiye alanlar kimler? Bunların araştırılması lazım. 300 milyar dolar harcandı Güneydoğu için. Nereye gitti bu paralar? Türkiye'de kalmadı bu para... Silah üretenler var, aracılar var. Doğal olarak istemezler bu sorunun bitmesini... Türkiye'nin güçlü bir ülke olarak, insan insana yaşaması bazılarının işine gelmez...
AKŞAM
Anahtar Kelimeler:
Doğan Cüceloğlu
|
|
17 Kasım 2010 - 09:20:42
|

Dolar |
|
|
1.437
|
1.447
|
|
Euro |
|
|
1.961 |
1.976 |
|
Sterlin |
|
|
2.280 |
2.320 |
|
Altın |
|
|
62.71 |
63.37 |
|
IMKB |
|
|
69998 |
|
|