|
|
PKK’nın “Ateşkesi” ile kuyuya inmek |
|
|
PKK terör örgütü İmralı’dan verilen talimatla 13 Ağustos 2010’da başlattığı sözde “Ateşkes”, ya da “Eylemsizlik” kararını, bir iki “fire” vermiş olsa da, gene İmralı’dan gönderilen talimatla, “süresiz” uzatıldığını duyurdu. |
|
16 Eylül 2010’de Hakkari’nin Geçitli köyü ile Durankaya beldesi arasından bir köy minibüsünün geçişi sırasında, önceden yola döşenen mayın infilak etti. Patlamada, 9 kişi hayatını kaybetti, 1’i bebek 3 kişi yaralandı. Oysa PKK’nın “Eylemsizlik” hareketi sözde 20 Eylül 2010’da sona erecekti. İşin ilginç yanı, bu patlamanın ardından BDP Genel Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın, hemen olayı “provokasyon” gibi niteleyip, PKK’ya “toz kondurmamaya” çalışmasıydı. Bu durum hem Başbakan R. Tayyip Erdoğan, hem de İçişleri Bakanı Beşir Atalay tarafından tepkiyle karşılandı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise, tamamen terör örgütünün bir oyunu olduğunu ifadeyle, “Terör örgütünün sicili bu tür olaylarla doludur. Sivillerden gelecek tepkiden utanır veya korkarsa o zaman bunu kabul etmeyerek, ‘Bunu devlet yaptı’ diye suçu hemen devlete atarlar. Bunun en tipik örneklerinden bir tanesi birkaç yıl önce Diyarbakır’da dershanelerin önünde gerçekleştirdikleri terör. Bu saldırıda birçok Diyarbakırlı çocuğumuz hayatını kaybetti ve bunu devlet yaptı diye neredeyse herkesi inandırmışlardı. Ama daha sonra katiller yakalandığında itiraf etmişlerdir. Mayınlar dünyada ordulara bile yasaklanmıştır!” şeklinde bir açıklama getirdi.
Aslında AKP hükümetinin ve yöneticilerin bu noktada artık “savunmaya” geçmiş olmaları biraz da geçmişteki “yanlışlıklardan” kaynaklanmaktadır. Zira, evvelce terör örgütünün yapmış olduğu ve kamuoyunda infial yaratan katliamlar sonrasında, adeta terör örgütünün “masum” gösterilerek, bunların sözde “Ergenekon” yapılanması şeklinde değerlendirilmesinin etkisi büyük olmuştur.
19 Eylül 2010’da devletin “üst çatı” yönetimi, Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ın da katılımıyla bir “Terör zirvesi” gerçekleştirdi. Bu zirvede, muhtemeldir ki, PKK terör örgütünün “ateşkes”i konuşulmuş ve kamuoyuna bildirilenlerin dışında da yeni önlemler alınması düşünülmüştür. Zirve sonrasında alındığı bildirilen kararlardan kamuoyunun bilgisine sunulanlar şöyledir:
1. Bölgede yaşanan provokasyonlara gelinmemesi,
2. Terör örgütünün gösterilerde kadın ve çocukları kullanmasıyla ilgili tuzaklara düşülmemesi,
3. İstihbaratın güçlendirilmesi,
4. Kuzey Irak’taki Kürt yerel yönetimiyle PKK’ya karşı mücadelede işbirliğinin artırılması,
5. Demokratik açılıma devam edilmesi,
6. Teröristle halkı bölgede birbirinden ayıran politikalara ağırlık verilmesi,
7. Bölgeye yapılan yatırımların her fırsatta halka anlatılması, yatırımların artırılması,
8. Terörün Avrupa’daki mali kaynaklarının kurutulması için yeni girişimde bulunulması.
Yukarıdaki “önlemler”e bakıldığında, sanki “yeni bir şey yokmuş!” demek mümkündür. Zira 1, 2, 4 ve 8. Maddeler, zaten evvelce alınan kararların tekrarıdır.
“Terör örgütünün gösterilerde kadın ve çocukları kullanmasıyla ilgili tuzaklara düşülmemesi” ve “Teröristle halkı bölgede birbirinden ayıran politikalara ağırlık verilmesi” şeklindeki 2 ve 6. maddelere bakıldığında, zaten bunlarla ilgili önlemlerin yürürlükte olduğu söylenebilir. Zira Terörle Mücadele Yasası ve birkaç hafta önce Meclis’te kabul edilen “Taş Atan Çocuklar Yasası”nın varlığı dikkate alınırsa, bunlar için de “yeni önlem” demek mümkün değildir.
“Demokratik açılıma devam edilmesi” konusu belki de üzerinde tartışılması gereken en önemli konudur. Bu bir “önlem” değildir. 12 Eylül’deki Anayasa Referandumu’nun ardından, yasalaşma olmaksızın hangi “demokratik açılıma” devam edilecektir? Burası açık değildir. Daha doğrusu bu ifade artık “peynir ekmek gibi istenen”, “Demokratik özerkliği” çağrıştırabilecek bir ifadedir. İçinin nasıl doldurulacağı çok önemlidir. Ancak, bu “Nasıl?” sorusuna cevap verilmemiştir.
“Bölgeye yapılan yatırımların her fırsatta halka anlatılması, yatırımların artırılması” ile ilgili madde, propaganda faaliyetidir. Bu ise basın-yayın organlarının ve sivil toplum örgütlerinin yoğunlukla işleyeceği bir konudur. 12 Eylül referandumundan sonra, evvelce referandumda “Evet” oyu vereceğini açıklayan Diyarbakırlı işadamı Raif Türk’e ait mermer ocağın PKK teröristleri tarafından basıldı ve iş makineleri yakıldı. Hatta bunun üzerine Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir tepkisini “Benim duygu dünyamda yaratmış olduğum şudur. Ha Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi makinelerimiz yakılmış, ha bir işadamımızın mermer ocağı basılmış, iş makineleri yakılmış, benim açımdan zerre kadar bir fark yoktur. Her fırsatta ‘Diyarbakır güvenli bir kenttir, gelin yatırım yapın’ diyoruz. Şimdi ben ne diyeceğim? Bu itibarla kabul edilemez buluyorum. Nedeni ne olursa olsun kabul edilemez. Asla kabul etmiyorum. Derhal bunun son bulması gerekiyor. İnanmıyorum, ama hele hele bu işadamımızın fikrinden kaynaklıysa, bu daha da kabul edilmezdir…” şeklinde beyan etti.
Kim nasıl tepki gösterirse göstersin, şurası bir gerçektir ki, özel sektör “güvenli” ve “kar” amaçlı yatırım peşindedir. Eğer bunları mümkün olamayacağı görülürse, bölgeye özel sektörün girmesi sağlanamaz. Yukarıda belirtilen haline bakıldığında, AKP hükümetinin PKK terör örgütü ile mücadelede henüz kesin bir “siyasi kararlılık”, bir “siyaset” ve bunlara bağlı olarak bir “strateji” üretme konusundaki sıkıntıları aşamamış olduğu anlaşılmaktadır. Öyle ki, terör örgütünün “Eylemsizlik” kararının devam edilmesine neredeyse “şükran” duyulan bir görünüm mevcuttur. Tıpkı 2009 yılında “Açılım” sırasında PKK’nın bin başka “Ateşkes”i bir süreliğine sürdürmesiyle “Terör tefsiye ediliyor! Denildiği gibi, belki gene aynı nakaratlar dinletilmeye çalışılacaktır.
Sonuç
Terör örgütünün doğrudan saldırılar dışındaki faaliyetleri ile “legal” sahada bulunan destekçi grupların söylem ve hareketleri iyice örtüşmeye başladı. Her ikisi de artık “İmralı” ağzıyla “demokratik özerklik”, ya da “demokratik konfederasyon” gibi, hükümeti bile geride bırakan “Açılım” isteklerini boyuna tekrarlıyorlar. Üstelik geçen yılkı “Açılım” yanlışlığının ardından artık “PKK terörü sorunu” yerine, alenen “Kürt sorunu” denilmeye ve “Kürt sorununun çözümü” için muhatabın terör elebaşısı Abdullah Öcalan olduğu, tüm BDP ve “Demokratik Toplum Kongresi” gibi, eski DTP’liler tarafından açıkça dillendirilmeye başlandı.
Bu isteklere karşı devletin ve hükümetin kesin çizgilerle “önleyici” bir hareketi ne yazık ki görülemiyor. Bunun sonu PKK’nın istediği gibi, “Kürtlere demokratik özerklik” sloganı altında yeni bir “Referandum” ve “PKK’ya Özgürlük”tür. PKK terör örgütünün Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasına ve birlik-beraberliğine halel getirmeden gerçekleşebilmesi bugün çok daha güç hale getirilmiştir. Ancak, hala “geç kalınmamış” olduğu düşünülmektedir. Çözümü TBMM’de bulunabilir. TBMM’de grubu bulunan siyasi partilerin bölge milletvekilleri, olası bir “etnik çatışmaya” ve gittikçe insanlarımızı tehdit eden bir “ayrışma-ötekileşme”ye fırsat tanımadan, ellerini taşın altına koymalıdırlar. Burada kuşkusuz ki iktidar partisi “itici güç”tür. Ancak, böylesi hayati bir konuyu “popülist” yaklaşımlarla ele almak yerine, Meclis’in “ortak aklı” ve milli mutabakat sağlayarak, “asgari müştereklerde” birleşmek suretiyle çözmeye çalışmalıdır. Gün birbirini kötüleme değil, bir araya gelme ve sorun çözme günüdür! Hükümetin bir diğer önemli işlevi de terörle mücadelede siyasi kararlılığı, koordinasyonu, siyaseti ve stratejiyi bir an önce belirlemesidir.
Türkiye’deki aymazlığa bakarak, “özerklik” vb konularda seslerini yükseltenler şunu unutmamalıdır. Son derece sabırlı ve “kardeş kanı dökülmemesi” konusundaki sağduyulu insanlarımız, “ezerklik”, ya da “konfederasyon” gibi, Türkiye’nin üniter yapısını bozabilecek gelişmelerde, aynı sabrı göstermeyeceklerdir. Türkleri bu zor duruma getirmemin yollarını arayıp bulmalıdırlar…
Doç. Dr. Celalettin Yavuz
TÜRKSAM Başkan Yardımcısı
Terör Enstitüsü
|
|
23 Eylül 2010 - 01:01:26
|

Dolar |
|
|
1.474
|
1.484
|
|
Euro |
|
|
1.982 |
1.997 |
|
Sterlin |
|
|
2.310 |
2.350 |
|
Altın |
|
|
61.62 |
62.17 |
|
IMKB |
|
|
63862 |
|
|