8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın oğlu Ahmet Özal'ın Kartal Demirağ tarafından babasına yönelik olarak düzenlenen suikastin sorumlusu olarak Özel Harp Dairesi Komutanlığı da yapan eski MGK Genel Sekreteri Sabri Yirmibeşoğlu'nu işaret etmesi, dikkatlerin bu isme çevrilmesine yol açtı.
Bir yandan suikast tartışması yaşanırken, öte yandan gazetelere bu sefer Sabri Yirmibeşoğlu'nun "6-7 Eylül olayları MİT'in işiydi" açıklaması yansıdı.
Yirmibeşoğlu'nun iddiaları 1955 yılındaki MİT'in yapısını sorgulamaya açtı. Taksim'de gayrimüslimlerin yaşadığı işyerlerinin yağmalanması ve bunun sonucunda Türkiye'nin uluslararası arenada sıkıntıya girerek Kıbrıs'la ilgili yürütülen müzakerelerde elinin zayıflamasına yol açan 6-7 Eylül olaylarının olduğu tarihlerde MİT'in İstanbul Bölge Müdürlüğü'nün ABD ve İngiliz ajanlarının kontrolünde olduğu ortaya çıktı. Adnan Menderes ve arkadaşlarının yargılandığı Yassıada duruşmaları sırasında düzenlenen bir gizli celsede dönemin Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur, 1957'ye kadar MİT'in İstanbul teşkilatının ABD ve İngiliz ajanlarının etkisi altında olduğunu ve personele büyük miktarlarda para verildiğini söylemiş, "Adnan Menderes bunu duyunca MİT'in başına geçici olarak beni atadı. Olayı tespit ederek bu ilişkiyi kesmem talimatını verdi."demiş.
Adnan Menderes'in hayatının anlatıldığı Gazeteci Erdal Şen tarafından kaleme alınan "Bir Yiğit Vardı" isimli kitapta Yassıada'daki bu gizli celsenin tutanaklarına yer veriliyor. Kitapta yer alan bilgilere göre Örtülü Ödenek Davası'nın görüldüğü sırada Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur kaydı olmayan 261 bin liralık harcamasıyla ilgili soruya cevap verirken, "Devlet sırrı" diyerek 'gizli oturum' yapılmasını istiyor. Oturumda Mahkeme Başkanı Salim Başol'la, Müsteşar Korur arasında geçen diyaloglar 1953'den sonra İlter Türkmen'in MİT'in başına geçmesiyle Amerikaların işin içine nüfuz ettiğini anlatıyor.
"Bir Yiğit Vardı" kitabında gizli oturumdaki diyalogların tamamına yer verilen duruşmada Başbakanlık Müsteşarı Korur'un sözlerinden bir kısmı şöyle:
"Başvekil, ben denize emir verirken 'Bu işe gir, gör bakalım, mahiyetini öğren.' dedi. Bir çok dedikodular vardı. Amerikalılar bizim Millî Emniyet'e hâkimmiş. Vermekte oldukları paralar dolayısıyla Millî Emniyet Teşkilatımıza nüfuz etmektedirler. Hakikaten baktım ki bilhassa İstanbul'da bir mektep, İstanbul teşkilatı ve Yeşilköy'deki soruşturma teşkilatı tamamı ile Amerikalıların emrinde idi. İstanbul'daki mektebin maaşını Amerikalılar doğrudan doğruya mektebin müdürüne tevdi etmekte idi. Yeşilköy'deki soruşturma teşkilatının da maaşını doğrudan doğruya Amerikalılar vermekte idi. ayda 100 bin liranın etrafında idi. İngilizlerden alınana baktım, ayda 30 bin lira, Fransızlardan alınan ayda 7-8 bin lira, İtalyanlardan alınana baktım, ayda vasati 4 bin liranın etrafındadır. İtalyanlarla Fransızlardan şikayet yok, çünkü onlar doğrudan doğruya merkeze veriyorlar. Fakat Amerikalılar doğrudan doğruya bizim memurlarımıza para vermekte ve hatta memurlara, bizzat kendilerine doğrudan doğruya maaşlarını ödemekte oldukları için bizim memurları kendi memurları gibi kullanmaktadır. Dinleme servislerindeki memurlarımız da Amerikalıların elinde. Bilhassa telefon servisleri, Beyoğlu'ndaki bir nokta, bunların maaşlarını doğrudan doğruya Amerikalılar vermektedir. Başvekile söyledim. Bunu tasvip etmediler. 'Derhal bu münasebeti sureti nazikânede idare ederek, bu parayı bütçeye koyalım.' dediler. Önümüzdeki sene için. 'O sene nasıl idare etmek mümkünse edelim, gelecek sene bütçesine para koyalım.' dediler. Zaten 1957 senesinden sonra da birdenbire artışının sebebi de budur. Birden bire 2,5-3 milyondan 4,5 milyona çıkarıldı.
Başol'un, "Böyle midir Adnan Menderes?" sorusuna Menderes'in cevabı şöyle oldu: "Böyledir Beyefendi. Yavaş yavaş yardımları kestik. Bu yardımlar şöyle başlamış. Servisler arasında irtibatlar tesis etmek; Birbirlerine malûmat vermek suretiyle müştereken çalışılıyor. Bunun badi olduğu külfeti karşılamak üzere yavaş yavaş irtibat temin etmişler. Bunu Behçet Türkmen'in terviç etmiş olduğu anlaşılıyor. Müsteşarın dediği gibi, bu okul ve dinleme meselesi falan kulağımıza geldi, işittik. Yine Müsteşarın dediği gibi, önlemek de istedik. Esasen kendisini 'Bu servise gir de, orada neler cereyan ediyor, gayesini bil anla." diye vazifelendirdiğimin sebebi budur.
CİHAN
|