|
|
Toplum, önündeki barajı aştı |
|
|
Çoktandır tartışılan referandum gerçekleşti. Bu, hem gerçekleştirilişi ve hem de sonuçları itibariyle sağduyulu bir seçim oldu. Sandıktan yüzde 16 gibi büyük bir farkla evet kararı çıktı. İşin gerçeği gittikçe sertleşen hayır bloğu yöneticilerinin tahrikleriyle yer yer olaylı bir seçimin geçebileceği kaygısına bile kapıldım, çok şükür, tahminim olmadı; evet-hayır diyen toplumumuz süreci olgunlukla tamamladı. |
|
Sonuç üzerine çok şey söylendi, olumlu – olumsuz değerlendirici yargılar kullanıldı. Ortaya çıkan sonucu gizil iktidarlarının yıkılışı olarak gören kesimler bunu bir felaket olarak değerlendirdiler. Dil ucuyla da olsa sonuca saygı duyulması gerektiğini belirten üst yargı temsilcileri, bu yeni durumun eskisinden daha kötü olduğunu, Anayasal değişikliğe rağmen sistemin mevcut hukuk düzeninin savunucuları olacaklarını ilan ettiler. Sayın Bahçeli gibi, ülke için karanlık bir dönemin başladığını iddia edenler bile çıktı.
Sonuçtan memnun olan geniş bir kesim ise bunu coşkuyla karşıladı. Bu bağlamda en çok kullanılan ifadeler, demokrasinin veya milletin kazandığıdır. Şüphesiz demokrasinin kazanımları zaman içinde uygulamalara bağlı bir süreçtir. Vakıa demokratik beklentiler açısından mevcut anayasanın daha önce 20 kadar maddesi değiştirilmiş, ancak söz konusu beklentiler gerçekleşmemişti. Dolayısıyla buradaki çok önemli maddeler de muhtemelen daha başka değişiklikleri gerekli kılacaktır. Esasen topyekûn yeni bir anayasa talebi de buradan kaynaklanmaktadır.
Bu sonuçtan milletin kazandığında şüphe yoktur. Ancak bu kazanımı, daha belirgin bir yargı ile ifade etmek gerekirse toplumun, önündeki barajı aşması olarak değerlendirebiliriz. Ulaşabileceği enginlikler geleceğin sorunudur. Sürecin bu aşaması, yıllar yılı önümüze yığılan engellerin yıkılmasıdır. Şüphesiz yüzde 42 gibi küçümsenemeyecek bir kesimin, kanalize edenlerin bilinç düzeyi ve buna destek verenlerin yeterince işin farkında olup olmaması bir tarafa, hak ve özgürlüklerin önünde ciddi bir potansiyel engelin bulunduğunda ve ülkenin daha uzun bir süre bu birikimle muhatap olacağında şüphe yoktur. Ama nereden ve nasıl bakarsak bakalım bir kapatma olarak görüle gelen toplumun bunu reddettiği de bir gerçektir.
Şüphesiz bu seçim, çoğu Evet de düğümlenen özgürlükçü geniş bir toplum kesimine daha bir cesaret verecektir. Yılların verdiği sindirilmişlikle toplumda hala bir özgüvensizlik vardır. Bu yargıyı kamuoyu araştırmaları üzerinden örneklendirebiliriz. Bilindiği gibi yansız araştırmalarda tahminler ortalama, evet’in 53, hayır oylarının ise 47 civarında olabileceğini öngörüyordu. Yani evetçiler, sistemin hayırcı egemenleri karşısında kendilerini sansürleme ihtiyacını duymuşlardı, hayırcıların kullandıkları şiddet üslubu da bu durumu pekiştirmişti. Dolayısıyla arada görülen ortalama 6 puanlık fark 16 puan olarak gerçekleşti. Hiç kimsenin şüphesi olmasın bundan sonra toplum, hak ve özgürlükleri konusunda daha bir dik duracaktır.
Bu tür sosyal politik olayların sağlıklı bir analizini yapmanın en önemli yolu, sürece katılan sosyal aktör ve diğer değişkenler açısından bakmaktır. Burada siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, halk katları, bölgeler ve oylanan belgenin bizzat kendisi sözkonusu ettiğimiz değişkenlerin ilk akla gelenleridir.
Önce belirtelim ki bu oylama muhalefetin iddia ede geldiği gibi bir partiler ve özellikle AK Parti oylaması değildir. Bunu AK Parti defalarca dile getirmiş, sonucu değerlendirirken de böyle bir temadan bilinçli olarak kaçınmıştır. Alınan sonuç konuyu böyle değerlendiren muhalefet partilerini açmaza sokmuş, yüzde 58 i tartışma dışı tutarak yüzde 42’yi paylaşma kaygısına düşmüşlerdir. CHP ve MHP den her biri bu hayır bloğunu kendi seçmen kitlesi olarak ilan etmektedir. Tabii ki bu taksimat adaletli bir bölüşüm değildir. İşin gerçeği iki parti de esaslı kayıplara uğramışlardır. Sözgelimi Sayın Kılıçdaroğlu’nun partiyi devraldığı günlerde bazı gözlemcilerin yüzde 31 saydıkları CHP kitlesi bu gün yüzde 20’lerde gözükmektedir. Yine MHP, milliyetçiliğin destek göre geldiği tüm illerde kaybetmiştir.
Bu sonuç AK Parti açısından da ayrı bir önem taşımaktadır. Bu sonuç, MHP’nin kendini var kılmada kullandığı ırkçı bir milliyetçilik ve uzlaşmaz bir Kürt karşıtlığı, bir bölücülük söylemi ve dolayısıyla da demokratik açılım çerçevesinde atılacak her adımı ülkeye ihanet sayan şoven söylemin de milliyetçi duyarlılığa sahip halk katlarında onay bulmadığını göstermiştir. AK Parti bu faşizan söylemin karşısında ciddi tökezlemeler yaşaya gelmiştir. Mesela Kürt liderlerle görüşülüyor, Apo ile pazarlık yapılıyor iddiası karşısında AK Parti sık sık geri adımlar atmış, açılım bir bakıma rölântiye alınmıştır. Toplum gittikçe bölücülük söylenin hiçbir çözümleyici tarafının olmadığını daha yakından görmektedir. Onun için de önemli bir MHP’li kesim özgürlükçü bir anayasa değişikliğinin ülkeyi böleceğine inanmamaktadır. Sonuç olarak bu durum AK Parti’nin açılım programında MHP eleştirilerine fazla takılmadan devam edebilirliğini ortaya koymuştur.
Şüphesiz burada en sıkıntılı olan aktörlerden birisi BDP’dir. O her ne kadar bu süreçten başarıyla çıktığını iddia ediyorsa da burada nesnel, genel geçer kabul edilebilecek bir başarı sözkonusu değildir. Bir siyasal parti olan BDP tabir caizse siyasetin bittiği yerde durmaktadır. PKK’nın dışında kendince bir siyaset belirleme durumunda olamayan partinin boykot projesi fiyaskoyla bitmiştir. Seçimlere daha önceki katılım oranları ve katılanlar arasındaki özellikle evet oranının yüksekliği göz önüne getirildiğinde bu fiyaskoyu açıkça görmek mümkündür. Fiili durum, partinin ve kararlarını esas aldığı PKK’nın inisiyatifinin güneydoğunun üç-beş iliyle sınırlı hale geldiğini göstermektedir.
Burada seçmen kesimleri üzerinde de önemli bir sonuçla karşı karşıyayız. Seçmen profilini gösteren bir haritaya baktığımızda hayır oylarının yüksek oranlarda çıktığı yerler genelde batı ve sahil kentleridir. Herkes genelde etnik sorunlu ve kültürel yönden yeterince gelişmediği düşünülen güney doğuyu tartışmaktadır. Hâlbuki sonuçlar, tartışılması gerekli bir noktayı ortaya çıkarmıştır. Medeni bir toplumun olması gerekli bir anayasal yapılanması olduğu gerçeğinden hareketle güneydoğu insanın bu değişikliklere açık olduğu görülmekte, buna karşılık, kültürel düzeyi daha yüksek bir üst sınıf olarak düşünülen Batı ve sahil kesimlerin, gerekçesi ne olursa olsun, toplumsal ve konjonktürel gelişmeleri izlemekte zorlandığı gözlenmektedir. Daha açık ifade etmek gerekirse tartışılması gereken hep yapıla geldiği gibi sırf Diyarbakır, Van değil; İzmir, Muğla’dır. Son birkaç yüzyıldır özgürlükçü hareketlere merkezlik etmiş İzmir’in çağdaş gelişmelere böyle nasıl kapandığıdır.
Gerçi burada toplumun ileri düzeyde bir anayasa talebi karşısında duran hayır bloğunu kendi içinde ilkece bir ayırıma tabi tutmak ve en azından ikiye ayırmak gerekir. Şüphesiz ülkede gerçekten üstte gizil bir yapının devamı için çabalayan bir kesimle, aşağıda bu çizgiyi pragmatist bir düşünceyle götüren halk katları arasında bir fark vardır. Esasen bu, teorik bir varsayım değil, fiili bir gerçekliktir. Bu çerçevede de mesela Aydın veya Manisa’daki hayır oylarının önemli bir kısmı maddelerin kabul veya reddine dayanmıyor, uğraştığı tarım ürünlerine yeterince değer kazandıramayan hükümete bir tepki özelliği taşıyor. Muhalefet partilerinin ve özellikle CHP lideri Sayın Kılıçdaroğlu’nun “bu anayasa değişikliği işçi ve memura ne getiriyor?” türü basit manipülatif söylemlerine pirim veren bir kesitin kültürel yönden bir üst sınıf olarak değil, daha farklı değerlendirilmesi gerektiğinde şüphe yoktur. Aydın halkı, içlerinden çıkmış bir başbakanı yok eden darbeci mantıkla hesaplaşmayı günlük ekonomi politikasından ayrı düşünmesi beklenir. Dolayısıyla bu çerçevede sıkça kullanılan sınıf söyleminin daha ciddi bir analize ihtiyacı vardır.
Bilindiği üzere yaşanan sürekçe önemli etkenlerden birisi hükümet karşıtlığıdır. Bu özellik hayır bloğunun temel niteliğidir. Partili veya partisiz muhalefetin varlığında elbette bir anormallik yoktur. Bir ülkede herkes bir iktidar partisini ve onun yaptıklarını onaylamak zorunda değildir. Hatta ciddi bir muhalefet ülke için bir şanstır. Ne var ki anayasa değişikliğinde itirazın genelde maddelere yapılmadığı gibi AK Parti ye muhalefet de onun yaptıklarına değil, duruşuna ve temsil ettiği düşünülen inanç dünyasınadır. Bir ülkede azımsanamayacak kadar geniş bir kesime göre AK Parti muhafazakârlık adı altında İslâm’ı temsil etmektedir, bunun için de yapıp ettiklerine bakılmaksızın karşı olunmalıdır. Bu durum yukarıda sözkonusu ettiğimiz çağdaş değerlere karşı kendi içine katlanmanın ve marjinalleşmenin en önemli nedenlerinden birisidir. Bu durum gerçekten bir ülke için olabilecek en olumsuz sosyal dinamiklerden birisidir.
Türkiye’nin sınıfsal yapı ile irtibatlı olarak ele alınması gerekli Türkiye’nin önemli sorunlarından birisi pek çok konunun çözümünde karşımıza çıkan din muhalifliğinin nereden kaynaklandığı ve bunun nasıl sürdürüldüğüdür. Bu referandum sürecinin de arkasında gözüken etkenlerden birisi bu olmuştur. Bu tür daha arka plan gerekçelerine bağlı olarak hayır kutbu oylanan metne bağlı olmayan bir mantık yapısına sahipti. Evet, oyu verenlerin daha bir konuyla ilgili oldukları söylenebilir. Bulundukları sosyal konum ne olursa olsun çağdaş gelişmeleri okuma konumunda iken; hayır, mantığı kapalı devre çalışan, açıklamasız bir düz mantık olmuştur.
Sonuç olarak mevcut anayasa değişikliği önemli bir girişim, ciddi bir başlangıçtır. Çünkü toplumun önündeki set yıkılmış, sağlıklı bir yol haritası çizme imkânı doğmuştur. Şüphesiz bu çerçevede gündemin uzun soluklu en önemli maddesi de yeni bir kapsamlı anayasadır.
Prof. Dr. Mustafa Aydın
SDE Uzmanı
www.sde.org
|
|
16 Eylül 2010 - 00:38:26
|

Dolar |
|
|
1.492
|
1.502
|
|
Euro |
|
|
1.944 |
1.959 |
|
Sterlin |
|
|
2.316 |
2.360 |
|
Altın |
|
|
61.45 |
61.89 |
|
IMKB |
|
|
63862 |
|
|