|
|
Kekeme Çocuklar Korosu Şefi Tarık Tufan'la röportaj |
|
|
‘Çocukları cepheye sürmek mutsuzluktan intikam almaktır’ demiş bir Buda rahibi. Artık nerede bir çocuk ölse orası Gazze’dir diyen bir adam Tarık Tufan; Kekeme çocuklar korosunu yönetmeye çoktan razı belli. |
|
Güven ADIGÜZEL'in röportajı
Vicdan yoksa, Allah da yok dediğini duyanlar olmuş. Ben neden şiir yazamıyorum adlı masum serzenişi kalbinden akıp giden dizeleri görmüş olanları derinden yaralamış olabilir. Yazarken suçüstü yakalanmasına aldırmaması ‘ben yazmazsam ölmem, şu anda yaptığım hiçbir şeyi yapmasam sorun olmaz gider konfeksiyonda çalışırım’ demesine paralel bir yerde duruyor olmalı. Tabi bu açıklamaları en fazla konfeksiyon işçilerini memnun etmiş olabilir, yoksa okurları onu bir yere bırakmaya niyetli görünmüyorlar. Güneşin yakışıklı tarafından battığı bir akşam Uruguay’ın hüzünlü başkenti Montevideo’da Aziz Galeano ile kahve içerken görüntülenmesi şaşırtıcı olmayabilir. Nasılsa her zaman en büyük Beşiktaş… Şimdi eskimiş bir akşama gülümsüyor zaman. Bir adam girse şehre koşarak; gerisi suskunluktur ya gerisi hep sızlayan yaran. Bir vicdan manifestosu; Bir adam girdi şehre koşarak. Modernite ipe çekilmeli, Kartaca yıkılmalı. Bir kılıcımız ve bir atımız olsa kapitalizmi yere sersek, sanayi devrimine küfretsek, modernizmi alaşağı etsek…
Tarık Tufan’ın yeni kitabını okursanız; tanıdık bir duaya yaslanacaksınız bir kitabın sonuna ancak bu kadar yakışabilecek bir duaya ve o çocukları daha çok seveceksiniz hani o sınavlarda gidiş yolunu bilip de sonuca ulaşamayan çocuklar, ikinci el kitaplarda işaretlenmiş şıkları görmesinler diye ablalarının özenle yanıtları sildiği çocuklar, çoktan seçmeli testlerde iki şık arasında kalıp da doğruyu bulamayan çocuklar ve tüm kekeme çocuklar… Rodrigonun gitar konçertosundan, bir güneydoğu bozlak’ına, Ümmü Gülsüm’den, Pink Floyd’a, Âşık Veysel’den, Neşet Ertaş’a, Cohen’den, Müslüm Gürses’e kadar geniş bir ses ikliminde sürükleneceksiniz; mekânsız, sessiz ve tanıdık hüzünler eşliğinde...
Allah ellerinizi bırakmasın diye dua eden bir adamın söz ikliminde sürüklenmek isterseniz eğer bir çay alın kendinize ve bu sıcak sohbetimize buyrun.
Not: Bu söyleşide orantısız güç kullanımı vardır.
Güven ADIGÜZEL: Tarık Abi nasılsın?
Tarık TUFAN: Allah bugünlerimizi aratmasın. Bundan iyisini gördük, bundan kötüsünden esirgesin diyelim. Şükredelim her daim. Sağolasın, iyiyim.
Son olarak Koşarak şehre giren bir adam’ın peşinde görüldünüz. Kasas suresinde koşarak şehre gelen adam Hz. Musa’yı uyarmıştı. Yasin suresinde ise elçilere uyulması adına bu kez kavmini uyarmıştı. Tarık Tufan hangisinin peşindeydi?
Şehrin öte yanından bir adamın, koşarak kavmini uyarmak üzere gelmesi, bir şahitliğin arkasında durması bana çok cesurca geliyor. Merhametli ve cesurca. Benim kahramanlarım o adamlar. Kasas suresindeki, Yasin suresindeki adamlar isimleri hiç önemli olmaksızın aynı adamlar. Aynı ölçüde mümin, aynı ölçüde sadık, aynı ölçüde yiğit, aynı ölçüde müşfik adamlar. Ellerinden gelse dünyanın tüm acılarını omuzlarında taşıyacaklar. Ellerinden gelse vücutlarını en derin yaralar pahasına hakikat hatırına siper edecekler. Aksi halde şehrin öte yanında hiçbir şey yokmuş gibi yaşabilirlerdi. Koşarak gelmeleri başka türlü izah edilemez.
Kitapta ilk söz olarak -yakanıza yapışan cümlelerden- bahis açmışsınız. Bir cümle insanın yakasına nasıl yapışır ki?
O cümleler yapışırlar. O cümlelerin işaret ettiği varoluş biçimleri insanın yakasına yapışır. O cümleler uykusuz gecelerin cümleleridir. Yenik savaşlardan sonra sessiz kalan cenk meydanlarının cümleleridir. Giden sevgililerin cümleleridir. Ölen çocukların henüz kurmaya fırsat bulamadıkları cümlelerdir ki yakana yapışırlar.
Ambalajı çağın vebası olarak kabul etsek de kitabın kapağının oldukça etkileyici olduğu konusunda herkesin hemfikir olduğunu söylemeliyiz. Kapağın sahibi kim? Duvar dibinde siyah şemsiyeli bir yalnız orada kaderini mi bekliyor? Yoksa kan-ter içinde koşarak şehre girecek o adamı mı?
Kapak tasarımı Kenan Özcan’a ait. Sağolsun burada bir kez daha teşekkür etmem lazım. Kırk tane tasarım yaptı. Bunu tercih ettim. Kahrımı çektikleri için arkadaşlarıma teşekkür ederim. Elinde şemsiyesiyle ne beklediğini bilmiyorum. Ama orada ve yalnız ve bir şey bekliyor. Yeterli!
Kitap çıkar çıkmaz Hatice Yaltırak dunyabizim.com’da tek kelimeyle ‘esaslı’ diyebileceğimiz bir eleştiri yazısı yazdı. Nedir okurlarınızla kurduğunuz bu bağın izdüşümü?
Çok güzel bir yazıydı. Sağ olsun. Eline gönlüne sağlık. Bir insanın söylediklerinden ziyadesinin de nasıl anlaşılabileceğini gösterdi. Dinleyen söyleyenden arif olunca kelimelerin, sözlerin bereketi de artıyor. Bizi böyle arkadaşlar adam edecek. Bunu sahiden söylüyorum. Böyle yazılardan utanıp, daha iyi adam olmanın yolunu arıyorsun.
Bir Anna çetesi mensubu olarak, Anna ile açılan bir kitapta başka hiçbir denemeye isim verilmeyişini nasıl yorumlamalıyım? Diğer denemelere başlık atmak içeriğe ayıp etmek anlamına mı gelecekti?
Açıkçası bilmiyorum. Anna başka. Anna’nın adını andıktan sonra her şeyin adını anmış oluyoruz. Bazı yazıların başlığı vardı ama acayip bir duyguya kapıldım. Olmasın dedim işte. Söyleyeceğim her şeyi söyledim zaten, başlığa gerek yok. Ama Anna’nın adını andıktan sonra anlatmak icap etti.
Huzurevleri ilgili yazınızı okuyunca, tüm huzurevlerini yakalım, yaşlılarımızı özgürleştirelim eylemini yapmak geldi içimden. Beyaz Melek filmini çok yapay bulmuştum ve ben de hiç bir şey uyandırmamıştı ama Huzurevleri meselesi modern çağların kapanmayan yarası olmaya devam edecek sanırım?
İnsanın bir evden huzur bulması mümkün ama orası huzurevi değil! İki tane yaşlı insana bakamayacak kadar aciz, merhametsiz, umursamaz olduk. Herkesin gözü aydın olsun. Bu yüzyılı anlayabilmek için huzurevlerini anlatmamız gerekecek. Denilecek ki; bu yüzyılın insanları annelerine, babalarına, komşularına, akrabalarına bakamadılar. Bu kadar.
Sizin kahramanınız o adam. Sahiden bir adam şehre koşarak girdiğinde, onun o kan-ter içindeki aceleci gerçekliğine, telaşına ve kaygısına ortak olduğumuzda her şey düzelecek mi dersiniz? Yoksa o adamların varlığı bile yeter mi?
Her şeyin düzelmesi gerekmez. Bu dünya her şeyin düzeleceği bir dünya da değil zaten. Kan ter içinde hakikatin peşinde koşan adamların varolmaları bizatihi her türlü sonuçtan daha kıymetlidir. Belki de hiçbir şey düzelmeyecek. Telaşına ve kaygısına düştüğümüz şeylerin üzerine yenileri eklenecek hiç şüphesiz. Tefeciler, bankalara, bankalar faktoringlere ve daha bir sürü Allah’ın belası şeye dönüşecek. Ama o adamların hakikat üzere aceleciliği varsa sorun yok. Düzelmezse cehenneme kadar.
Ben neden şiir yazamıyorum şeklinde hayıflandığınızı hatırlıyorum da, asıl şiiri konfeksiyon işçileri yazmış zaten. Oturduğu apartmanın kapıcısından bir şey istemeye utanan adamlar, Annesinin mezarına mermer yaptırmak için para biriktiren adamlar yazmış. Satırlara dökülmemiş binlerce şiirin toplamı mıdır hayat?
Bu soruya doğru cevap verecek adam ben değilim. Neticede hakikaten şiir yazabilen bir adam da değilim. Bu sorunun doğru cevabını bilsem şiir de yazarım.
"Bir yere kadar Tom Waits, Cohen. Bazı yerlere yalnızca Müslüm’le, Orhan’la girilir" cümlesini okuyunca -yavşaklıkla Fazıl Say arasında bir tercih yapmam gerekirse yavşaklığı tercih ederim- sözünüz aklıma çalınıyor. Arabeskin, acının ve hayatın koordinatları mutlaka bir yerlerde kesişiyor galiba?
Elbette öyle. Ya da bana göre öyle diyeyim. Uzun yıllar konfeksiyon atölyelerinde, kundura atölyelerinde çalıştım. Ontolojik, epistemolojik, etik tüm gerekçeler arabeske yöneltiyordu. Müslüm’e, Orhan’a çok şey borçluyum dersem abartmış olmam. Bunu herkes için genellemek mümkün değil. Ama benim için ve diğer bazı adamlar için bu aidiyet, bu yakınlık hayati önem taşıyor. Menteş’in dediği gibi Orhan çalan bir arabadan şarkı bitmeden inmiyoruz. Ama kalkıp da buna yavşaklık dersen. Neyse.
Kitapta sık sık alıntıladığınız için sormak isterim. Sanayi devrimi insanlığa tam olarak ne yaptı? Sizde ki karşılığı nedir sanayi devriminin?
Sanayi devrimi sayesinde daha acımasız, daha korunmasız, daha puşt, daha işbirlikçi, daha acınası, daha orospu, daha yalnız, daha hasta, daha korkak, daha umursamaz, daha fakir olduk. Daha da ne olacağız Allah bilir.
Kitapta sanki biraz tarzınız dışında diyebileceğimiz iki deneme mevcut. Bir at ve bir kılıçla modern zamanlara meydan okurken sizi önce bir bankanın güvenlik görevlisini ‘’bir daha yoksulların evlerine o lanet borç kâğıtlarından yollarsanız kafanızı uçururum’’ sözleriyle tehdit ederken görüyoruz sonrasında ise misafirlere kötü davranan bir site bekçisini kılıcınızla hizaya getirirken görülüyorsunuz. Kılıçlarımızı kuşanıp atlarımıza binmekten başka bir yol bırakmadılar mı bize?
Hayal işte. Bir atımız ve bir kılıcımız olsaydı mesela cengin sultanı İmam Ali Efendimize biraz benzerdik. At ve kılıç sahibi olmadan bir halt edemeyeceğimiz de ortada. Sadece böyle yazılardan oluşan bir kitap yazmak istiyorum. Bir atım ve bir kılıcım olsaydı ne olurdu diye düşünüyorum.
Kitabın arka kapağına yazılmamış gerçi ama internet sitesi reklamlarında Meksika Sınırı ve Kafa Dengi televizyon programlarının vazgeçilmez sunucusu Tarık Tufan'dan... Şeklinde bir tanıtım ibaresi var. Bir şeyler yanlış gidiyor olabilir mi?
Reklam böyledir. Kimse bana sormadı. Sorsalardı söylerdim. Reklam sormadan söylemek totaliterliğidir ya zaten. Bilmiyorum abicim yanlış tabii. Öte yandan bu ibarelere gıcık olan okuyucuların olması umudun kendisi.
Sınavlarda gidiş yolunu bilip de sonuca ulaşamayan çocuklar, ikinci el kitaplarda işaretlenmiş şıkları görmesinler diye ablalarının özenle yanıtları sildiği çocuklar, çoktan seçmeli testlerde iki şık arasında kalıp da doğruyu bulamayan çocuklar ve tüm kekeme çocuklar… Bu çocukların fotoğrafını çeker misiniz bize?
Ben dilim döndüğü kadar anlattım zaten. Elim kalem tuttukça o çocukları anlatmak niyetindeyim. Allah şaşırtmasın diyeyim.
Geç kalınmış bir ağıt değildir elbette, acının tazesi ya ölümüne suskunluk ya da kıyasıya feryattır zaten. Faruk Yücel için yazdığınız bölümde sayfalar ‘beeeyaazzz’ sesleriyle inledi sanki?
Ah Faruk Ah! Allah rahmet eylesin. Can kardeşim.
Uzak ihtimal sonrasında şu anda başka bir film ihtimali var mı?
İnşallah. Senaryoyu yazıyorum.
Artvin’e gidip şu çarpıcı kısa filmi ne zaman çekiyoruz peki?
Onu ne zaman anlattım ya! Valla ya nasip diyeyim.
Meksika Sınırı’nı özlüyor musunuz?
Özlemiyorum. Ben insanları özlerim. Programlar, kurumlar filan. Pek özlemem.
Dergilerle aranız nasıl? Takip mesafesini koruyabildiğiniz dergiler var mı şu aralar? Edebiyat dergisi okuyan herkes Kızılderilileri çok sevmiştir ve demli bir çaya hiç yüz çevirmemiştir gibi geliyor bana, ne dersiniz?
Kızılderilileri, siyahları, Ortadoğuluları çok sevmiştir. Demli çayı çok ama çok sevmiştir. Sevmiştir elbette. Yolcu’yu takip ediyorum. Birikim’e bakıyorum bu aralar.
Kafa Dengi yine aynı kadroyla mı devam edecek? Yenilikler, başka güzellikler olacak mı? Evo Morales’i, Galeano’yu, İvan Ergiç’i, Zanetti’yi falan ne zaman konuk edeceksiniz mesela, vatandaş bekliyor bunları? Ayrıca İvan Ergiç konusunda ciddiyim.
Bak İvan Ergiç olur. Aynı kadroyla devam ediyoruz evet. İvan Ergiç olurmuş sahiden ya.
Bursaspor’un şampiyonluğu, Ertuğrul’un efendiliği ve Timsah’ın başkaldırışı, Beşiktaş kadar heyecan verici midir?
Bunlar çok Bursasporlu ifadeler. Ama Beşiktaş kadar heyecan verici çok az şey var şu hayatta. Şeref Bey stadındaki hislerim kadar heyecan veren çok az şey var.
Bize bir film söyleyin adamı kalbinden vuran ve bunu isteyerek yaptığının hiç farkında olmayan?
4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün
Quaresma transferi bir taraftar olarak size ne hissettirdi?
Bu Çingene çocuk enteresan. Bir taraftan endüstriyel futbola teslim olmanın hüznünü yaşıyorum. Yeni kuşaklar yıldız bekliyor. Ben Necip’i, Deli İbo’yu, Rıdvan’ı ve böyle adamları severim. Ernst’i mesela. Ama Q7 beni yanılttı. Şımarık yıldız beklerken kalpten bir adam buldum. İyidir bu.
İnternette kurulan edebiyat çetesi Afilifilintalar.com’u takip ediyor musunuz?
Evet takip ediyorum. Alper Gencer şiirleri çok çok çarpıcı.
Son zamanlarda yüreğinize dokunan bir yazı, bir şiir ya da bir kitapla karşılaştınız mı?
Alper’in şiirleri diyorum.
Uzaylılar hakkında ne düşüyorsunuz? Neden gelip ele geçirmiyorlar dünyayı? Bir ışık görmüyorlar mı dersiniz?
Öyle bir şey yok. Bu âlemde yalnızız.
Pakdil’in “Birbirimize tutundukça bıçakların ucu kapanacak!” sözünde misiniz hala?
Allah ayaklarımızı hakikat üzerinde sabit kılsın.
Eyvallah Tarık abi. Sıkı bir söyleşi oldu. Şehre koşarak giren adamların türküsü peşimizi, Allah ellerimizi bırakmasın.
Eyvallah birader. Sağolasın.
habertaraf.com / ÖZEL
|
|
15 Eylül 2010 - 02:20:19
|

Dolar |
|
|
1.492
|
1.502
|
|
Euro |
|
|
1.944 |
1.959 |
|
Sterlin |
|
|
2.316 |
2.360 |
|
Altın |
|
|
61.40 |
61.84 |
|
IMKB |
|
|
63862 |
|
|